‘Tekwir’ -dürülmek-

Kaybolmaktan korktuğumda annemin eteklerine sarılırdım çocukluğumda... Büyümenin en zorlu deneyimidir, sarılacak etek, tutunacak anne bulamamak, günün birinde...

Endonezya’da Açe açıklarında meydana gelen depremi havalimanında işittiğimde birkaç dakika donup kaldım. Şiddeti “8.9” olarak açıklanmıştı. Artçılar şiddetliydi sadmelerle yeryüzü fokurduyordu... Beş saat kadar evvel Meksika’da meydana gelen depremin, “7”nin üzerinde bir şiddeti olduğunu geçti ajanslar... Doğudan Batıya tüm yeryüzünün geçirdiği ciddi bir kalp krizi...

Arzın çaldığı bu topyekun tehlike alarmı ne kadar umurumuzda?

Suriye krizi ve 12 Eylül yargılanıyor derken, şimdi 28 Şubat aktörleriyle de yaşadığımız cunta soruşturmaları da birer deprem mesabesinde... Hem fiziki hem sosyolojik ciddi çalkantıların üstünde birer fındık kabuğu gibi savruluyoruz insan tekleri olarak... İnsan tek midir? Biricikliği ve yaratım sanatının fevkaladeliği esasıyla elbette tektir. Doğumunda ve ölümünde tektir, yalnızdır, bir başınadır. Peki insan çok mudur? “Küçük kainat” adı verilen insan mürekkep bir varlıktır, her türlü dış etkiye açık, meraklı, acı çeken, sevinen, çevreyle temas etmeden hayat kuramayan halleriyle, dünyada çokluğu tercih eden birisidir insan... Paradoks gibi dursa da hem tektir hem de çok... Tüm bu akılalmaz çelişkilerle, yönettiğimizi sandığımız dünyada oldukça güçsüz bir hal eşlik eder bizlere: ÖLÜM... Fani oluşumuzu, bilir de bilmeyiz hayat akışında...

Endonezya ve Meksika depremlerini haber aldığımda donup kaldım. Bu kadar küçük, bu kadar kısa, bu kadar çaresiz olurmuş demek insan... Sonra güneşi düşündüm, yıldızları, ihtiyar yerküremizi, haşmetli dağları, denizleri... İyice küçüldüm. Bir yonga, bir kalemtıraş artığı, bir tüy, bir toz kadar küçüldü boyum. Böyle anlarda garip bir telaşa düşerim, sesimin çıkmayacağı ve beni kimsenin işitmeyeceğine dair bir burguyla burulurum. “Allahım...” dedim, “Sen’den gelecek her türlü yardıma muhtacız, ne olur bizi bırakma...

***

Kemal Ersözlü Beyefendinin Kayseri’deki tefsir derslerini sürdürdüğü merkeze uğradığımdan söz etmiştim geçen gün. Bana o günkü ders notlarından hediye etmişti, Tekvir Suresini okudukları sayfalar düşmüş bahtıma. 29 ayetlik ve kozmolojik bahislerden söz eden çok çarpıcı bir sure. Kemal Bey, vav harfinin vurgusunu daha iyi belirttiği için sanırım, “w” ile yazmış tekwir’i. Dürülme, toparlanma, köreltilme gibi anlamları üzerinden kurmuş mana yakınlığını. Kainatın çözülüşünden, yıkılışından, kosmos’dan kaosa geçiş sürecinden bahsediyor sure.

“Güneş köreltildiğinde... Yıldızlar döküldüğünde... Dağlar yürüdüğünde... On aylık develer terk edildiğinde... Vahşi hayvanlar toplandığında... Denizler tutuşturulduğunda... Nefsler eşleştirildiğinde... Hangi suçla katledildiği kız çocuğuna sorulduğunda... Sayfalar neşredildiğinde... Gök çatladığında...”

Bunlar, düşünmeyi hep tehir ettiğimiz kıyametle, son saatle, tekwir’le ilgili ilahi beyanatlar... Surede ilgimi çeken bir vurgu da Hz. Peygamber (sav) ile ilgili; “arkadaşınız bir mecnun değildir” diyor. Buradaki “arkadaşınız” ifadesi hem tebessüm ettiriyor insanı hem de hüzünlere gark ediyor. Son peygamber, evet resulümüzdür, alemlere rahmettir ama aynı zamanda dünyanın en güzel yol arkadaşıdır. Kıyamet sahneleriyle altüst olup insanlığa dair tüm acziyetimin içinden, “arkadaşınız” ifadesine, eteklerine sarılacağım bir anne gibi sarılıyorum ister istemez...

Surenin son kısmında, tüm sarsıcı kıyamet bildirilerinin ardından Kuranı Kerim’in “dileyenlerin istikamet bulacağı, alemler için bir zikir” olduğundan söz ediliyor. “Alemlerin Rabbi Allah dilemedikçe, siz dileyemezsiniz”le bitiyor Tekwir.

Kemal Ersözlü, tercihimizi karartmamak gerektiğinden söz etmiş, dünyayı açık veya gizli planlarla yönettiğimizi sansak da, Allah’ın bir büyük, azim “Plan”ı olduğuna işaret etmiş...