The Cemaat ve Fenerbahçe Cumhuriyeti

Bir Fenerbahçe taraftarı olarak kulübümün sportif faaliyetlerinden her zaman büyük mutluluk duymuşumdur. Başta çocuklarım olmak üzere yakınlarımın sarı lacivert renklere bağlanması için kimi zaman sınırları zorlamış, baskı uygulamışımdır.

Fenerbahçe’ye gönül verenler tıpkı diğer kulüp taraftarları gibi büyük bir camianın saygın üyeleridir. Meslekleri, hayata bakışları, siyasal tercihleri farklıdır, ama onları bir araya getiren ortak payda sarı lacivert aşkıdır.

Bu kutsal aşka “su” katılmaz.

Eğer siz, taraftarı bir araya getiren ortak paydayı yakıp yıkarsanız, bir sosyal veya siyasal grubun arka bahçesi haline getirmeye çalışırsanız, kısacası pişmiş aşka su katarsanız, ortada “camia” kalmaz.

Son olayları, yorumları, şike davasında Başkan Aziz Yıldırım’ın savunmalarını dikkatle izliyorum; milyonların gönlünde taht kurmuş asil Fenerbahçe sanki İşçi Partisi’nin arka bahçesi haline getirilmek isteniyormuş izlenimi ediniyorum.

Türkiye’nin her karış toprağına kök salmış bir futbol kulübünü, savcıların Ergenekon’la ilişkilendirdiği bir siyasal yapıya eklemleme çabası veya bu yönde oluşan algı izaha muhtaçtır.

Böyle bir yorumu abartılı bulanlar, lütfen Aziz Yıldırım’ın savunmalarını dikkatle okusunlar; “kurtuluş mücadelesi, Şükrü Saraçoğlu methiyesi, son kale, Fenerbahçe Cumhuriyeti, Atatürkçü yol” retoriği içinde gerekli ipuçlarını bulacaklardır.

Aziz Başkan savunmasında bakın ne diyor: “Benim ve değerli yönetici arkadaşlarımın itham edilmesinin nedeni kanaatimce yüz yıldan bu yana Fenerbahçe’nin sürdürdüğü bu temiz, ülke sever ve Atatürkçü yoldan biz Fenerbahçelileri çevirme gayretinden başka bir şey değildir. Fenerbahçe Cumhuriyeti boşa söylenmiş sadece gazetelerin spor sayfalarında yer alan bir slogan değildir.”

Yargıya intikal eden şike ve çete suçlaması karşısında yapılan bu açıklama, mefhumu muhalifinden hareketle yorumladığımızda, soruşturmayı yürüten polis ve savcılarla davaya bakan mahkeme heyetini “kirli, vatan haini, Atatürk düşmanı ve komplocu” olarak göstermektir.

Niyet böyle değilse de dışarıya yansıyan hava bu yönde...

Peki neden?

Devam ediyor Aziz Başkan: “Artık eminim bir grup Türk futbolunu, Fenerbahçe’yi ele geçirmeye çalışıyor.” Başka bir ifadesinde Fenerbahçe’yi “Cumhuriyetin son kalesi” olarak nitelendirip cumhuriyet düşmanlarının bu son kaleyi yıkma gayreti içinde olduklarına dem vuruyor.

Bu betimleme, özellikle cumhuriyet mitingleri ve son Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde “tavan” yapan, çok alışık olduğumuz bir söylemdir.

Çankaya için “düşmek üzere olan son kale” diyerek Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden önce halkı galeyana getirmek isteyen darbeci taife ve sivil uzantılarının belagati, şimdi Aziz Başkan’da vücut bulmuş gibi gözüküyor.

Bu savunma biçimi, aynı zamanda AK Parti ve Gülen Cemaati’ne yönelik komplo girişimlerinin fitilini ateşleyen andıç metninin ruhunu yansıtıyor.

Gazeteci Ruşen Çakır, Fenerbahçeli yöneticilerin “cemaatin Fenerbahçe’yi ele geçirmek istediği ve iktidar partisinin de buna destek verdiği” düşüncesinde olduğunu açıkça yazdı.

Bir spor kulübüne bu denli ideolojik bir kimlik kazandırmak, sadece şike iddianamesini püskürtme çabası olarak görülebilir mi?

Fenerbahçe’ye gönül veren samimi insanlara bu noktada düşen çok önemli görev var. Kulübü kişisel egosunun tatmin aracı ve karanlık yapıların kaldıracı haline getirmek isteyenlerle arasına mesafe koymalıdır.

Meslekleri ve siyasal tercihleri ne olursa olsun, herkesi sarı lacivert renklere bağlayan gönül köprüsünü yeniden inşa etmelidir.

Aksi halde bu köklü kulüp, toplumun değerleriyle çatışan Fazıl Say, Bedri Baykam gibi ulusalcı kliklerin hobi bahçesi haline gelir.

Kıymık battığı yerden çıkar

12 Haziran seçimlerinden bu yana gündemimizdeki konulardan biri, tutuklu vekillerin durumudur. Kişisel olarak, seçimden önce ve sonra yaptığım açıklamalarda bu vekilleri mecliste görmek istediğimi ifade ettim.

Ancak karar yargıya aittir, siyaseten müdahale etmek yanlıştır. O nedenle, muhalefetin tutuklu vekillerle ilgili getirdiği teklifi AK Parti’nin reddetmesi yerinde bir tutumdur.

Kaldı ki, bu sorunu, Türkiye’nin gündemine sokan muhalefet partileridir. Tutuklu vekilleri cezaevinden aday göstererek meclise taşıma gayreti, cezaevleri ile meclis arasında tünel kazmak veya duble yol döşemekten farksızdır.

Anayasada ve ilgili mevzuatımızda açıkça yazılı, bölücülük ve çete suçlarından dolayı seçimden önce yürütülen soruşturma ve tutukluluk hali seçilmeleri halinde de devam eder. Eğer yargıç, bu katalog suçlarda kuvvetli suç şüphesi buluyorsa tutukluluk halinin devamına karar verebilir.

Siyaset kurumu sürece müdahale ederse, ileride telafisi güç sorunlar doğabilir. Bu yol açıldığında, yarın herhangi bir katil hakkında hüküm verilmemişse milletvekilliği yoluyla cezaevinden kurtulabilir.

Bunun sorumluluğunu hiç kimse üstlenemez. Muhalefet partilerinin, yazın yedikleri hurmanın kışın kendilerini tırmalayacağını öngörmeleri gerekirdi.

Kıymık battığı yerden çıkar; tutuklu vekillerle ilgili sorun, yargı yoluyla düzeltilmelidir.