Mustafa KARAALİOĞLU
Mustafa KARAALİOĞLU
Tüm Yazıları

Türbanlı DJ

Medyanın, İslami, muhafazakar, dindar olanı genel olarak da Müslüman kimliğini anlama şablonu malum. Uzaktan bakan, bir farklılık veya özellikle de bir problem gördüğünde odaklanan yabancılaşmış bir bakış...

Dindar olan, özellikle de kimliğini başörtüsü, sakal, sarık, meslek veya ifadesiyle dile getiren yani; Kemalist-laik normun zıddına duran her kim varsa bu bakıştan nasibini almıştır. Nasıl bir nasip? Gazete manşetleri, televizyon haberleri, bitmek tükenmek bilmeyen aşağılama ve küçümseme nesnesi olarak...

Bütün bunları biraz da geçmiş zaman hikayesi olarak anlatıyorum. Böyle bir şey vardı, bir zamanlar böyleydi gibi...

Ama bunu söylemek biraz zor olacak galiba. Önceki gün gözüme takılan bir haberden sonra böyle düşünüyorum. “Türbanlı” karşısındaki yabancılaşma ve şaşırma duygusunun atılması biraz zaman alacak anlaşılan.

Genç bir kadın, evli çocuklu. Türbanlı ve kadın kadına eğlencelerde DJ’lik yapıyor. Büyük haber...

Kaç DJ, sadece kıyafeti nedeniyle haber yapıldı ve televizyona çıkarıldı bilmiyorum...

Kendi halinde bir kariyer haberi olsa söz yok ama o tanımlama “Türbanlı DJ” cümlesi... Ardından illa da ilahi bir bağlantı kurma çabası... “DJ’lik Allah tarafından aklıma gelen bir proje” cümlesinin üzeninde tepinmek...

Sizi de artık tebessüm ettirmiyor mu böyle haberler. Bıktırmadı mı? Yeter artık dedirtmiyor mu? Medyanın bitmek tükenmek bilmeyen yaşadığı toplumu keşfetme halleri sizi de usandırmıyor mu?

Bir yandan, “Bakın. Türbanlı ama ne kadar da bize benziyor” kıvamında raf ömrünü tamamlamış bir istihza.

Öte yandan, “Doğru ve ideal hayat tarzının normu biziz. Türbanlı, cübbeli, sakallı fark etmez kim bize ne kadar benzerse o kadar ilginç olur” bakışı...

Bu kadınları televizyon ekranlarında neredeyse “Siz de bizim gibi ağlayıp gülüyorsunuz değil mi?” derinliğinde sorularla konuşturmak...

Medya senelerdir, yaşadığı ülkeye böyle yabancı olduğu için, dindarlara yerlileri inceleyen kaşifler gibi yaklaştığı için olup biteni anlayamadı. Değişim denilen rüzgarın nereden ve niye estiğini kavrayamadı.

Kendi sofrasını, kendi kılığını kıyafetini, kendi müziğini, kendi kitabını, kendi sinema zevkini tek ve gerçek zevk zannettiği için yabancılaştıkça yabancılaştı.

Başkalarının da bir giyim zevki, damak zevki, edebiyat zevki, müzik zevki olduğunu anlayamadılar. O başkaları, kendileri gibi yaşamıyorsa bunu öyle yaşamayı sevmedikleri için tercih etmediklerini kavrayamadılar.

İstanbul’da, İzmir’de, Kars’ta, Trabzon’da, hasılı memleketin her yerinde; zevkleri olan, yaşadığı hayatın kalitesine önem veren, eğitime düşkün, para kazanmakla ilgili büyük ama çok büyük bir çoğunluk vardı. Şimdi de var...  

İdeal ve norm olan hiçbir zaman medyanın taşıdığı hayat tarzı olmadı, olmayacak da...

Sizi hayrete düşüren o insanlar hep bu ülkede yaşıyorlardı. Rahat olun, paniğe kapılmayın.

Başörtülü kadınlar da sadece haber konusu olanları değil, bütün meslekleri yapıyorlar. İş kadını, memur, doktor, öğretmen, avukat, temizlikçi, fabrika işçisi, ressam, şair oluyorlar.

Tabii olan, yani olması gereken bu olduğu için ve bunu hak ettikleri için herkes gibi, bütün kadınlar gibi onlar da işlerini yapıyor.  

Üstelik on yılların baskısının ardından kaybolan zamanlara inat istekle yapıyorlar.

Artık, “Gündüz imam gece şarkıcı” geleneği bitsin. Bitsin de “türbanlı”, “muhafazakar”, “sakallı” gibi sıfatların bulunduğu haberler, artık sadece bu sıfatlar adına yapılmasın. O sinsi ayrımcılık, Eski Türkiye’den Yeni Türkiye’ye gazeteler marifetiyle sızmasın.

Yine de birileri geçti o günler demiyorsa biz diyelim de bitsin bu ızdırap! Geçti o günler arkadaşlar...