Türkiye vurulurken İran kazanıyor mu?

Akdeniz’deki uluslararası sularda düşürülen uçak, pek çoğumuza Mavi Marmara’nın yaşadığı haksız saldırıyı hatırlattı. İşin diplomatik, askeri, hukuki tartışmalarını hep birlikte seyrediyoruz. Bir de içeride ve düşünsel anlamda bir başka ciddi kırılma var, çokça dillendirilmeyen. Önce kısa bir panorama:

Tunus ve Mısır’da yaşanan değişimle dikkatleri yeniden üstüne çeken Müslüman Kardeşler’in aktif dinamolarından olduğu “tevhid” eksenli düşünsel perspektif, tüm soru işaretlerine rağmen Arap Baharı’nın umutlu yüzü. Buna Türkiye’deki hem siyasi ve ekonomik, hem de hürriyetçi kazanımlarıyla “Erdoğan siyaseti”nin ilham verici motivasyonunu öncülleyerek de bakmak gerekiyor. Zira; Tunus ve Mısır başta olmak üzere, olumlu manada Türkiye faktörü devrim aktivistleri tarafından defalarca dile getirildi. Öyle ki halen bahar kıpırtısını çokça yaşamamış daha disipliner ülkelerde mesela, Suudi Arabistan ve Katar’da bile, hürriyetçi tüm talepler, Türkiye örneğini işaret ediyor. Mavi Marmara’dan sonra, evet ağır bedelli ve uluslar arası hukuk marifetiyle şimdilik rafta tutulduğu izlenimini verse bile, Ortadoğu ve Filistin için yeni/den ve umut verici bir isimdir Türkiye.      

 

***

80 sonrası Türkiye’de gelişen İslami Düşünce hareketliliği, farklı renk ve tonlarda değişik ekolleri barındırsa da, tevhid hassasiyetini genel bir fikri çatı kabul ederek geldi bugünlere. Bu rengarenk ve kalabalık masa için, İslam Kardeşliği, Ümmet bilinci, Tevhid gibi başat kavramlar, ana atardamar mesabesindeydi. Fikri tempo olarak bu masadan neşet eden hassasiyetlerle gelindi bugünlere: Irkçılık karşıtıydı bu masada oturan her farklı ses, eşitlik ve hakkaniyet istemliydi, mezhep ve meşrep farklılıklarını, farklı yöntem ve usul algılarını tefrik sebebi olarak güncellememesiyle dikkat çekiyordu İslamcılar... Sözgelimi tüm dünyada da ciddi etkiler uyandırmış İran İslam Devrimi ve devrimi besleyen Tabai, Mutaharri,Süruş, Şeraiti gibi düşünürleri de Türkiye’deki İslami düşünce hareketi kadar engelsiz, önyargısız okuyan Sünni bir başka kuşak bulamazsınız. Bunun değişik sebepleri vardır elbet, İran’ın geniş felsefi birikimi ve devrimi ihraç konusundaki titizliği kadar, harf devrimiyle yaşadığımız yabancılaşma, Türkiye’deki çeviri girişiminin Arapça üzerinden değil de Fransızca ve İngilizce üzerinden gitmesi gibi... Ama 80 sonrası İslamcıları, kendilerinden evvelki Sünni birikimden farklı bir sıçrayışla İran’ı ajandalarının ilk sıralarına yerleştirirken hiç de gocunmadılar... İran da bu manada sözgelimi Filistin’in savunuculuğu gibi önemli konularda, Sünni söylemle aynı hizada durdu.  

 

***

ABD’nin Irak’ı işgalinden sonra parçalanan dengeler ve İran’a bağlı Şii gurupların yönetsel ataklarında yaşandı ilk kırılışlar... Ardındansa Suriye’de iki yıla yakındır yaşanan vahşet ve İran’ın bu vahşeti kınamak şöyle dursun, aktif manada diktatörlüğün tarafında durması, kırılmayı bariz bir usanca dönüştürdü... İslamcı düşüncenin, İran’ın bölgede barış ve güven için bir denge unsuru olabileceğine dair güvenci giderek yerini derin bir hayal kırıklığına bırakıyor...

İran’a karşı kırılan bu güvenin etkilerini hemen hepimiz yaşıyoruz. Konuştuğum pek çok aktivist ve aydın, İran’a yapacakları gezi ya da konferans gibi etkinliklerini askıya aldıklarından söz ediyorlar. Şimdiden iptal edilmiş birkaç gençlik festivali, sanat programı var. Oysa birkaç yıl öncesine kadar değişik hobi gurupları hatta ev kadınları dahi seyahat, alışveriş gibi maksatlarla İran’a güvenle gelip giderdi... Ne oldu?

Dışişleri Bakanımızın kullandığı söylemin üzerinde ayrıca durmak gerek. Siyasi kimliği dışında, Türkiye’deki İslami Düşüncenin yetişmesinde entelektüel katkısı es geçilemeyecek bir isimdir Prof. Ahmet Davutoğlu... Onun kısık gözlerindeki bulut, sadece Suriye ile mi ilgili? İran’ı daha özenli davranmaya çağırdığını okumak da mümkündür. Bence. İçeriden okuyunca.