Umut kaf dağının ardında

Leyla Zana’nın başını çektiği “Bu sorunu Başbakan Tayyip Erdoğan çözer” diyenler kervanına en son Abdullah Öcalan’ın kardeşi de katılmış... O kervanda yer alanlar arasında ben de varım. Hem konuya çözümden yana yaklaşımı, mağdurlarla empati kurabilmesi, hem de cesaretiyle, Tayyip Erdoğan, kronikleşmiş sorunun üstesinden gelebilecek bir kişilik...

Turgut Özal da öyleydi. Son Orta Asya cumhuriyetleri gezisinde, ‘Kürt sorunu’nun güvendiği kişilerle masaya yatırıldığı bir ortamda ağzından çıktığını işittiğim son cümlesi “Sorunun çözümü için gerekirse riskler de içeren bir sorumluluk üstleneceğim...” olmuştu.

Emr-i Hak vâki olmasaydı, ancak 20 yıl sonra tekrar gelebildiğimiz çözüme-doğru noktasına Özal sayesinde çok önceden erişebilecektik.

Geç olsun da güç olmasın, ne yapalım.

Ancak iki veya ikiden fazla tarafı bulunan sorunların çözümünü tek kişiden beklemek ona haksız bir misyon yüklemek olur. Tayyip Erdoğan gözükaralık gösterse, sorumluluklar üstlense, daha önce kimselerin göze alamadığı ileri adımlar atmaya başlasa dahi, benzer bir tavra ‘karşı-taraf’ da bürünmedikçe, atılan adımların çözüm durağına ulaştırması o kadar güç ki...

Son birkaç ayda bile, uzatılan elin sıkılan yumrukla karşılandığı, kardeşçe söylemlerin hasmane eylemlerle bastırıldığı, beklentilerin kanla boşa çıkartıldığı nice gelişme yaşandı. Daha radikal, daha ciddi, daha ileri adımlar atıldığında karşı-taraf’tan farklı bir cevap geleceğini kim garanti edebilir?

Tayyip Erdoğan’ın sorunun çözümünden yana olanları heyecanlandıran başarısı, devleti kendi çizgisine getirmesidir. Başbakan olarak onun ağzından çıkan ile Milli Güvenlik Kurulu’nda (MGK) devlet politikası olarak belirlenen aynı şey. O âhengi sağladı Başbakan Erdoğan...

Benzer bir durum çok-taraflı sorunun çözümü için tavırları belirleyicilik taşıyan diğer unsurlarda yok. ‘İmralı’, ‘Kandil’ ve BDP diye bazılarımızın aynı çizgide durduklarını varsaydığı üç kanaldan farklı farklı sesler çıkıyor artık. ‘Kandil’ diye anılan dağdakiler kendi aralarında da bir türlü ses ayarı yapamıyorlar, son zamanlarda çıkan detone sesler kulak tırmalıyor. BDP ise Leyla Zana’nın çıkışı sonrası far tutulmuş tavşana döndü; felçli görüntüsü veriyor...

‘İmralı’ da bir süredir sessizliğe büründü; yakında yeniden konuşmaya başladığında, yükselecek sesin ortamı daha da kaotikleştirmeye yarayacak kakafonik bir katkı olacağından korkulur.

Hepsi tek ses haline dönüşse dahi, içlerinde barındırdıkları ‘Suriye-bağlantılı’ unsurlar denk duracaklar mı bakalım?

‘Karşı-taraf’ için dışarıdan kaynaklanan akort sorunu yalnızca ‘Suriye-bağlantılı’ unsurlar olsa neyse; Türkiye’nin kazanmakta olduğu yeni ağırlıktan rahatsızlık duyan ne kadar ülke varsa ‘terör’ tehdidinin ortadan kalkmaması için çoktandır seferber halde. Bunu iç-dış medyada çıkmakta olan bazı haber ve yorumlardan da anlayabiliyoruz. ‘Çözüm’ sözcüğünün güçlü biçimde telâffuz edilmeye başlandığı ilk günden beri bazılarının geleneksel tavrı bile değişti.

Ne olacak şimdi?

Olması gerekeni söyleyebilirim: Karşı-tarafın tek sese dönüşüp Tayyip Erdoğan’la aynı cesarete sahip bir muhatap çıkarması... O zamana kadar “Umutlanmayalım” derim.