Yerim senin ilkeni!

Vallahi sevindim... Yazacak bir mecra bulması, taraftarlarından çok beni sevindirdi.

Özdemir İnce’den söz ediyorum.

Hürriyet gazetesiyle ilişkisi sona erdirildiğinde, sosyal medyadan kimi kalemler, “Mahrum kaldın işte, bundan sonra kimi kalemine dolayacaksın?” şeklinde istihza kokan yorumlar yapmış, “Özdemir İnce’nin yokluğuyla cezalandırıldığımı” ileri sürmüşlerdi.

Aslında bir “ceza” söz konusu değildi.

Çoktan vazgeçmiştim ondan...

Benden düşmüştü yani... Başkalarına bırakmıştım... Üç yıldır da hakkında bir şey yazmıyordum...

En son, “İslamcı ajanların yüzme havuzlarına zehir atacağını öğrendim” gibilerden şeyler saçmalamış, bu iddiasını bile takibatsız bırakmıştım.

Neyse ki, bir mevkute buldu...

Önemli ve vazgeçilmez düşüncelerini, bundan böyle, Aydınlık gazetesinde okuyacağız. Hep birlikte güleceğiz... Gülerken aydınlanacağız...

Bu arada Özdemir İnce, Haberx sitesinden Hülya Okur’a konuşmuş...

İlginç bir röportaj...

Konuşma boyunca, nasıl iyi ve şahane bir yazar olduğunu, kimselerin kendisiyle tartışamayacağını, tartışmaya güç yetiremeyeceğini anlatıyor...

Benim ismimi de zikretmiş...

Benimle de tartışmazmış...

Çünkü ben sağcıymışım... Sağcılarla tartışmaz, onları muhatap almazmış. İlke meselesiymiş...

Hatırlayabildiğim kadarıyla, Özdemir İnce’ye cevabı kolay sorular sormuş, karşılığında “kuş beyinli”, “snop”, “ahmak” gibi küfürler işitmiştim.

Hani benimle tartışmazdın?

Hani ilke meselesiydi?

Benimle tartışmıyorsun ama Gösteri dergisinin 5 tam sayfasını yaşına, başına, sakalına yakışmayan küfürlerle doldurabiliyorsun... Yerim senin ilkeni!

Ben diyorum, “Müslüman ve Türk bir yazar kuleyle minareyi karıştırır mı? Ezanı şarkı, Kur’anı ağıt diye çevirir mi? Hadi Coelho bilmiyor diyelim. Sen neden çevirdiğin kitaba dipnot düşmüyorsun?”

O buyuruyor, “Ben sağcılarla tartışmam...”

Ben diyorum, “Entelektüel olduğunu söylüyorsun ama Tabula Rasa’nın ne olduğunu bilmiyorsun... Ne iş?”

O buyuruyor: “Ben sağcılarla tartışmam...”

Ben diyorum, “Sabetaycılığın kurucusu Sabetay Levi değil, Sabetay Sevi’dir... Bu iki Sabetay arasında nerden baksan iki yüzyıl vardır. İnsan biraz ansiklopedi karıştırmaz mı? Bu nasıl entelektüellik?”

O buyuruyor, “Ben sağcılarla tartışmam...”

Ben diyorum, “Mini etekli kızı diri diri yaktılar diye asparagas bir haber yaptın. İddianı dayandırdığın kaynağın Gaye Petek Şalom bile yalanladı yazdıklarını. Bu haberine bir de ödül verdiler. Ödülü alırken hafiften utanmadın mı?”

O buyuruyor, “Ben sağcılarla tartışmam...”

Ben diyorum, “Milli Görüş’ün temellerini İsmet Paşa’nın 1947 yılında attığını yazıyorsun... Şunu bir açıkla bakalım? Nasıl olmuş?”

O buyuruyor, “Ben sağcılarla tartışmam...”

Ben diyorum, “Filancanın mürit ve müminleri diye bir ifade olmaz... Türkçe yazıyorsun, bu dilin kayda değer şairlerinden birisin ama bu basit kuralı bilmiyorsun...”

O buyuruyor, “Ben sağcılarla tartışmam...”

Sağcılarla tartışmıyorsun... Aferin çok iyi ediyorsun...

Sağcılarla tartışmadığına göre solcusun... Yani “solcu” muamelesi görmek istiyorsun.

Fakat tarzın, tavrın, yaklaşımın ve dünya görüşün pek de “sol” kokmuyor. Hatta hiç “sol” kokmuyor.

Daha çok eski İtalyan ve Alman sağcılarına benziyorsun.

Eğer “ilke meselesi” demeyeceksen, Aydınlık’taki ilk yazında, nasyonalist düşüncenin solla alakasını kurcalamanı rica ediyorum.

Bakalım bir... Belki ikna oluruz.