Yine mi?

Öncelikle Hakkari’de 8 askerimizin şehit düşmesinden duyduğum derin üzüntüyü ve acılı ailelere başsağlığı dileklerimi ifade etmek isterim.

Yine korkulan oldu...

Kürt sorununun çözümüne doğru ne zaman iklim değişse, bin bir yokluk zorluk içinden umut yeşerse, mutlaka çok ölümlü bir PKK provokasyonu yaşanır ve süreç bir kez daha akamete uğrar, barış bir başka bahara ertelenir ve gençler birer ikişer düşer durur toprağa.

***

1993 baharında, Öcalan’ın ateşkes kararından bir hafta sonra, tezkere almış 33 savunmasız askerin apaçık bir provokasyonla Bingöl-Elazığ karayolunda şehit edildiği olay da böyle bir olaydı. Soruna kalıcı çözüm aramak muhtemelen Özal’ın da hayatına mal olmuştu. Zaten sonrasında meydan tamamen kanla beslenenlere kaldı.

27 Nisan muhtırası, 367 saçmalığı, vesayetçi kurum ve kişilerin siyaset dayatarak sistemi kilitlemesi gibi bir dizi rezaletin başa geldiği 2007’de olan da buydu. Tam sorunu halkın hakemliğinde aşmayı amaçlayan referandum günü Dağlıcasınır karakolu basıldı ve 12 asker şehit edildi, 8 asker kaçırıldı.

Ertesi yıl İran sınırındaki Aktütün basıldı. Hem de iki kez. İlkinde Öcalan’ın 2 Nisan 2008’de barış çağrısı yapmasının üzerinden bir hafta bile geçmemişti ki 6 askerimiz şehit edildi. İkincisinde aylardan Ekim’di ve 17 askerimiz aynı yerde şehit düştü.

Kürt sorununda atılan adımların adının ‘demokratik açılım’ olarak konulduğu, silahsızlanma sürecinin MGK kararıyla yürütüldüğü 2009 yılında ‘eve dönüş’ler daha başlarken bitirilmişti. Habur girişleri Ahmet Türk’ün bile söz geçiremediği BDP ile savaş sever Türk medyasının kışkırtmasıyla sabote edildi. Başbakan’ın terörle mücadelede işbirliğini artırmak için Amerika’ya gittiği gün ise Reşadiye karakolu basıldı, 7 askerimizi şehit verdik.

13 oğlumuzu kaybettiğimiz Silvan saldırısı ise Öcalan’ın eylemsizlik talimatının örgüt tarafından sansürlendiği 2010 yazında yaşanmıştı. Üstelik KCK, aynı gün, büyük bir telaşla “faşist bir garabet”ten ibaret olan “demokratik özerklik” ilan edebilmişti.

Ardından, 3 buçuk yıldır süren ve çözüme çok yaklaşıldığı anlaşılan Oslo görüşmelerinin sızdırılmasıyla patlak veren MİT krizi yaşandı. 2011 sonunda da Uludere... 2012’ye çözüm imkanları ve umutları yerle bir olmuş, barış süreci belirsiz bir tarihe ötelenmiş olarak girdi Türkiye.

Güvenlik politikalarının hüküm sürdüğü altı ayın ardından ise umulmadık gelişmeler oldu. CHP’nin tarihinde bir ilk olarak çözüm için inisiyatif alması; Kürtçenin seçmeli ders olması; Talabani ve Barzani’nin devreye girmesi; Amerika’nın Kürt cephesinin her bir mevziine ısrarla “bağımsız devlet hayaldir, silah bırakın, siyasi çözüm için çabalayın” mesajları vermesi; PKK-KCK’nın tepesindeki Karayılan’ın barışa hazır olduklarına ilişkin açıklamaları; Kürt siyasetinin önemli ismi Leyla Zana’nın “bu sorunu ancak Başbakan çözer, yardımcı olmalıyız” şeklindeki kıymetli çıkışı...

***

İşte baş döndüren bu gelişmelerle iklim birden değişmiş, ilkbahar olmuştu. Ne yazık ki mutat bir provokasyon da bekleniyordu ve dün oldu... Üstelik Başbakan’ın ABD Başkanı Obama ile görüşmesinden bir gün önce. Karayılan’ın “Silvan saldırısından haberim yoktu, yerel unsurlar yaptı” demesinden hemen sonra. Son saldırı için de benzer bir açıklama yapılacak belki... Lakin olan olmuş durumda.

Terörün sürmesini isteyen, Türkiye’nin demokratikleşmesini ve Kürt sorununu çözmesini istemeyen güçler olduğunu biliyoruz. PKK’nın Kürtlerin sorunlarıyla değil kendi varlık alanıyla ilgili arkaik ve taşeron bir terör örgütü olduğu, dağlarda ölüp giden Kürt gençlerledeğil Öcalan’ın evci çıkma hayaliyle meşgul bulunduğu da kimse için sır değil.

Hal böyleyken hem “sözünü” hem “altını tutamayan” bir örgüt ve uzantılarının çözüm sürecinde kendilerine hâlâ “muhataplık değeri” biçmelerindeki irrasyonaliteye bakar mısınız?

O yüzden PKK’ya rağmen süreç durmamalı, artık kan akmasın diye çözüm aramaya devam edilmelidir. Umut vardır.