A 330 Magazin

Soçi mutabakatýný takip ettiniz. Mevcut halde 150 saatlik takvim iþlemeye devam ediyor. O takvim iþlerken Soçi’de herkes kameranýn önünde yaþananlarý gördü. Gelin ben size bir de kameralarýn arkasýnda yaþananlarý anlatayým...

***

Görüþmenin en çok 45 dakika süreceði öngörülmüþtü. Dönüþ uçaðýmýzýn kalkýþ saati de 18:00 olarak duyurulmuþtu. A 330 Ankara’ya inecek ve biz oradan Ýstanbul uçaðýna geçecektik... Biletler de buna göre alýnmýþtý elbette... Basýn toplantýsý için, “ha þimdi ha az sonra” derken görüþme 6 buçuk saat sürdü... E hepimizin eve dönüþ planlarý da aksadý elbette. Melih Altýnok ve Meryem Ýlayda Atlas, ekibin zaman planlayýcýsý olarak her yarým saatte bir plan güncellediler... Ýkisinin bulunduðu yerden sürekli þu ses duyuluyordu; “Þimdi baþlasa toplantý, yarým saat sürse, buradan havaalaný 20 dakika, Ankara’ya varýþýmýz...” Neticede en az dört sefer ileri atýlan uçaklara da kimse yetiþemedi...

***

Ben son uçakta da yer bulamayýnca, Vahap Munyar geldi ve “Yanýmdan ayrýlma” dedi...  Meðer Vahap Abi, Ýstanbul’dan Ankara’ya arabayla gelmiþ sabahtan beri de araç Esenboða’da bekliyormuþ… Gece kalmaktansa ben de Vahap Abi’nin arabasýna sýzdým. Yola çýkýnca öðrendik ki meðer Ali Adakoðlu, Bolu yakýnlarýndaki çok ünlü bir köftecide bize yemek ýsmarlayacakmýþ... Arabamýzý yanaþtýrdýk, lokantaya çýktýk. Köftemizi söyledik. Aldýðýmýz cevap; “Kýþ tarifesine geçtik. Ýçerseniz sadece çorbamýz var. Köfte yok…” Büyük yol pazarlýðýnýn en önemli kozu olan yemek iþini Ali, üç tas çorbayla bitirdi anlayacaðýnýz...

***

Zahid Akman kafilenin aðabeyi konumundaydý. Dolayýsýyla sinirler gerildiðinde, açlýk vurduðunda, susuzluk dayanýlmaz olduðunda, bekleyiþ uzadýðýnda, biz genç kuþaðý motive etmek de ona düþüyordu. Bir ara ‘þol cennetin ýrmaklarý’ diye baþladý hatta... Fakat “bir nedenden dolayý” arkasýný getirmedi… Bir gün o muhteþem sesi uzun uzun dinlemek lazým...

***

Kimse belli etmek istemese de herkes gizli gizli Buket Aydýn’ýn meþhur Rolex’ini görmeye çalýþýyordu… Toplantý salonunda da servis aracýnda da yan yanaydýk... Dolayýsýyla o Rolex’i yakýndan gördüm... Tartýþmalar sýrasýnda; “O kadar mesafeden Rolex’i tanýyacak kadar zengin deðilim” diye yazmýþtým. Þimdi yakýndan gördüm. Yine tanýmadým… Fakat çok havalýydý…

***

Toplantý sýrasýnda televizyonlarýmýza yayýn yaptýk elbette... Bu aþamada herkes birbirine yardým etti... Mesela Dicle Canova’ya Vahap Munyar kameramanlýk yaptý, Buket Aydýn’a Serdar Karagöz... Kübra Par’ýn kameramaný ise Meryem Ýlayda... Ben kendi selfie çubuðumu kendim tuttum…

***

Toplantý sonrasý bütün hesaplar þaþýp da çok geç saate kalýnca geri kalan her þey çok çok hýzlý yaþandý elbette. Mesela uçaða yetiþmek için verdiðimiz mücadele... Bizi havaalanýna yetiþtirmekle görevli kaptanýmýz Andrey’e; “gidebildiðin kadar hýzlý git” demiþler. O da bizdeki okul servis minibüsü benzeri o makineyi adeta uçuruyor... Bir ara hýzýmýz limitlerin çok çok üzerine çýktýðý bir anda, bir bisikletli yola fýrladý... Kaptan, ustaca bir refleksle, belki de senelerce konuþulacak bir büyük trajediyi önledi... Soðukkanlýlýðýyla Serdar Karagöz, ‘endiþe edecek bir þey yok, ben çok sýk geliyorum hiç kaza yapmýyoruz’ diyerek heyeti esprileriyle yumuþatmaya çalýþtý...

***

Þebnem Bursalý’nýn hiç deðiþmeyen saç stili, Belkýs Kýlýçkaya’nýn sakinliði, Betül Soysal Bozdoðan’ýn her krizde bile dingin tavrýndan ödün vermemesi, Aysun Torun’un her þart altýnda haber geçme çabasý, Melih Altýnok’un efsane sarý gözlükleri seyahate damga vuran diðer baþlýklardý…