AB ekmeğini biraz da Kemalistler yesin!

Kendilerini “liberal” olarak pazarlayan eski Marksistler nihayet Kemalizm’i keşfettiler; 28 Şubat’ın ahlaksız basını gibi “yaşam biçimi”üzerinden muhalefet yapıyorlar.

Biri, “Operada mescit mi? Aman Allah’ım...” gibilerden bir yazı yazmıştı.  

Bir diğeri, “endişeli modernler haklı çıkıyor” diyerek, Kemalist barikatlara yumuşak bir geçiş yapmıştı.

Bir diğeri de, devam ettiği lokanta da içki bulamayınca, “korku cumhuriyeti oluşturuluyor” edebiyatına sarılmıştı.

İki adım yürüse, onlarca içkili lokanta bulacak.

Yürümüyor.

Maksat, Tufan Türenç gibilere “aferin” dedirten yazılar yazmak ve dibe inen itibarını Kemalist barikatlarda tahkim etmek...

İlginçtir, temel argümanlarını liberallere kaptıran Kemalistler de, Avrupa Birliği’ni keşfettiler.

Muhalefetlerini artık “ilerleme raporu” üzerinden yürütüyorlar.

Hani Avrupa Birliği’nin nihai amacı Kemalist umdeleri ortadan kaldırmak ve dolayısıyla laik cumhuriyeti tarihe gömmekti?

Hani İlhan Selçuk’larınız, Emre Kongar’larınız ve Attila İlhan’larınızla AB’ye karşı topyekûn savaş başlatmış, üyelik ihtimaline karşı ulusalcı orduyu teyakkuza geçirmiştiniz? Sarıkız’lar, Yakamoz’lar, Kafes’ler, Ergenekon’lar ve Balyoz’lar da bu zaruretin ürünüydü?

Kemalistlere bir müjdem var...

Bunu isterlerse “kara haber” olarak da yorumlayabilirler...

Avrupa, bazıları için bir “din ve medeniyet tercihi”dir.

Bazıları için de demokratik özgürlükler, yüksek yaşam standardı, zenginlik ve para.

Çoğaltılabilir...

Esasında Avrupa Birliği, “itildiğimiz” bir süreçtir.

Statükodan kurtulmak için de fırsat elbette...

Avrupa Birliği’ne “evet” diyerek, belki, Romain Gary’nin de altını çizdiği gibi, bir başka statükoya “evet” demiş olacağız ama “yoksul” ve halkına eziyet eden “bağımsız” bir ülkede yaşamaktansa, yüksek yaşam standartları sunan “görece bağımlı” bir ülkenin vatandaşları olmayı her şeraitte tercih ederiz, tercih etmeliyiz.

Kara haber şu:

İtildiğimiz süreçte biraz daha debeleneceğiz.

Müteaddit defa belirlenmiş “ağır şartlara” uysak da, egemenlik haklarımızı kendi ellerimizle Brüksel’e devretsek de, sınandığımız bütün yükümlülüklerin gereğini yerine getirsek de, Türkiye’yi Avrupa Birliği’ne almayacaklar.

Türkiye de buna can atmıyor zaten...

Bakalım müzakereler neticelendiğinde, yani bütün “fasıllar” açılıp tam mutabakat sağlandığında ortada Avrupa Birliği diye bir şey kalacak mı?

Bundan sonra Avrupa Birliği, olsa olsa, iç siyasetin manivelasında kullanılan anakronik bir “muhalefet aracı” olarak değer ifade eder.

Başka da bir işe yaramaz.

Ki, bunun ipucunu Kemalistler ve liberaller verdi...

Biraz da bunun üzerinden tepinsinler.

HAMİŞ: Aziz Nesin’in oğlu Ahmet Nesin’den bir mail aldım... Babasının hiçbir zaman “Şeytan Ayetleri”nin yayınlanmasına “öncülük” etmediğini, dolayısıyla “Aydınlıkçıların dolduruşuna gelmek” gibi bir durumun söz konusu olmadığını söylüyor...

Kitabı yayınlama fikri Perinçek grubuna aitmiş, öncülüğü de onlar yapmış... “Bu konuyu açıklığa kavuşturmak için dört ayrı yazı yazdım ama spekülasyonların önüne geçemedim” diyor.

Doğrudur... “Yazdım” diyorsa yazmıştır.

Bu durumda bana da mahdum Nesin’in mesajını kamuoyuyla paylaşmak düşüyor. İşte paylaşıyorum...