AB hayaldi, hayal mi kalacak?

 - BERLİN -

Türkiye 50 yıldır Avrupa Birliği yolcusu. Bu kadar uzun süre yolda olmak bile tek başına yoldan dönmekten alıkoyar insanı. Tersi de mümkün tabii... Bir bıkkınlık, moralsizlik, öfke ve “beni istemeyeni ben hiç istemem” ruh hali. Türkiye’nin durumu tam da bu ikisi. O kadar uzun süredir yolda ki Türkiye, bu ister istemez “galiba yaklaştık” yanılsaması yaratıyor. 50 yıl dile kolay, bir çırpıda çöpe atılabilecek gibi de değil. Hem “50 yıl sabrettik biraz daha sabrederiz” tesellisi ile avunmak da mümkün. Bir taraftan da tepemiz atıyor, “çocuk mu kandırıyorsunuz, alacaksanız alacağız deyin ya da bizi oyalamayın”, öyle değil mi?

Artık modası geçmiş bir usul ve tek taraflı bir değerlendirme kriteri olmasının yanında artık objektifliği de iyice tartışmalı hale gelen “ilerleme sopalarından” sonuncusu kimi hükümet görevlilerinin ağır eleştirisine uğradı. Hükümetin bu müdanasız tavrı “Türkiye AB üyeliğinden vazgeçti”, “zaten asıl amacı İslam Birliği içinde olmak” gibi yorumlara da yol açtı.

AB kendi derdine düşmüş?

İlginç olan, AK Parti hükümetlerinin AB uyum paketlerini birbiri ardına uygulamaya koydukları dönemde AB politikalarını Kemalizmin tasfiyesi olarak yorumlayanlar, ordunun siyaset ve toplum üzerindeki vesayetine son veren sürece, AB ortak yapımı bir karşı devrim muamelesi yapanlar birden bire AB’nin faziletlerinden bahseder oldular.

Tüm bu irrasyonel dışavurumları AK Parti’nin önlenemeyen yükselişi karşısındaki çaresizliğin yol açtığı “anlayamama hastalığı” olarak yorumlayıp ciddiye almayabilirsiniz. Ama bu yalan yanlış konuşma balonlarının havada uçuşması, Avrupa Birliği ve Türkiye ilişkilerindeki tıkanmanın siyasi sorumlusunun Türkiye olmadığını gerçeğini örtüyor. Misal Türkiye’nin tanımadığı ‘Güney Kıbrıs’ın dönem başkanı olduğu bir ortamda fasıl açmak mümkün müydü? İşin esası AB aslında kendi derdine düşmüş. Türkiye’nin AB yolunda müzakereci ülke konumuna geldiği şu dönemde AB ciddi bir ekonomik kriz yaşıyor ve bu arada düşüncesizce desteklediği Yunanistan gibi ülkelerin de iflasını finanse etmeye çalışıyor.

2023’te AB üyesi değilsek...

Başbakan Erdoğan’ın 30-31 Ekim günlerinde Almanya’ya gerçekleştirdiği seyahat sırasında verdiği mesajlar, Avrupa Birliği ile ilgili Türkiye’de son dönemde oluşan atmosferin tam tersi, oldukça pozitifti ama bir o kadar da “acı ama gerçek sitemlerle” doluydu. AB temsilcilerinin katılımıyla gerçekleşen “Avrupa Krizin Ötesinde” başlıklı konferansın kapanış konuşmasını Başbakan yaptı ve AB ülkelerinin siyasilerine ekonomik krizden nasıl çıkabilecekleri konusunda tavsiyelerde bulundu. Avrupa’yı ekonomik olarak küçülten ve güçsüzleştiren, aynı zamanda birlikfikrinin sorgulanmasına neden olan, en iyimser yorumla ‘Euro zone’un iyi fikir olmadığı sonucuna götüren ekonomik krizden, en büyük ticaret ortağı Avrupa olmasına rağmen Türkiye’nin nasıl olup da en az etkilendiğini, hatta etkilenmediğini anlattı.

Başbakan Erdoğan’a sorulan sorular da önemliydi: Türkiye böyle bir AB’ye neden girmek istiyor, sorusuna Başbakan, AB’yi hala bir barış projesi olarak görüyoruz dedi. Türkiye’nin gururlu bir ülke olduğu vurgusunun akabinde sorulan “Türkiye’yi AB sürecinden ne koparır” sorusuna Başbakan önce “bu AB’nin kararıyla olacaktır” dese de “2023’te Türkiye hala AB üyesi değilse...” ile başlayan başka bir soruda bir anlamda kırmızı çizgi çizmiş oldu. “2023’te Türkiye hala AB üyesi değilse AB Türkiye’yi kaybetmiştir” dedi.

AB hedefi Türkiye için hep bir kaldıraç işlevi gördü, görmeye de devam edebilir. Ama bence 2023 uzak bir hedeftir, ne ki 2071’den iyidir!