ABD, 17 Aralık, Halkbank ve BNP Paribas

17 Aralık sürecinin Türkiye’de iyi analiz edilmediği kanaatini taşıyorum. Ya da en iyi ihtimalle, yapılmış analizler siyasetin şehvetine kurban edildiler.

17 Aralık sürecini dershane meselesine yanıt olarak değerlendirmek, kısmen doğru yönleri de olabilir bu analizin ama kanımca sadece kısmen olabilir, konuyu büyük ölçüde havada bırakmak anlamına gelebilir.

Geçtiğimiz hafta ABD, Fransa’nın en büyük, dünyanın en büyük bankalarından biri olarak nitelendirilebilecek BNP Paribas’ya tam on milyar dolar ceza kesti.

ABD’nin bir Fransa bankası olan BNP Paribas’ya on milyar dolar gibi muhtemelen bankacılık tarihinin en büyük cezasını kesmesi bu bankanın ABD’nin aldığı bazı kararların arkasından dolanmasından kaynaklanıyor.

ABD aldığı bir kararla İran, Küba ve Sudan ile ticarete ambargo uyguluyor.

ABD’de de faaliyet gösteren BNP Paribas bankası, iddialara göre, bu ambargoyu delen işlemler yapmış ve bir ABD mahkemesi de bu cezayı söz konusu Fransa bankasına kesmiş durumda.

Mahkeme sadece söz konusu rekor para cezası ile de yetinmemiş, Fransa bankasının ABD’deki lisansını da iptal etmek istiyor.

2012 senesinde de bir İngiltere-HongKong bankası olan HSBC bankası da aynı karara istinaden, İran ile ambargoyu deldiği için yine bir ABD mahkemesi tarafından iki milyar dolar cezaya çarptırılmış idi.

BNP Paribas zaten “biz bu işi yapmadık” demiyor da lisansının iptalini engellemek ve para cezasını düşürmek için uğraşıyor.

ABD makamlarının, mahkemelerinin bu iki banka yani BNP Paribas ve HSBC üzerindeki yaptırım güçleri bu bankaların ABD’de de faaliyet göstermelerinden kaynaklanıyor.

Dış basında ve özellikle de Fransa’da bu konu manşetlere çıkmış iken benim aklıma da kaçınılmaz olarak 17 Aralık süreci, Rıza Sarraf ve Halkbankası Genel Müdürü’nün başına gelenler geldi.

Türkiye de, ulusal çıkarlarına aykırı olduğu gerekçesi ile, bu ambargoya, ortada Birleşmiş Milletler kararları da var, bir ölçüde mesafeli duruyor.          

Rıza Sarraf’lar, Halkbank meselesi hep bu mesafeli durmanın ürünleri belki de.

Halkbank’ın ABD’de şubesi, şirketleri olmadığı için ABD mahkemeleri bizim bu banka için ceza kesemiyorlar ama Angela Merkel’i bile dinleyen süper güç, Halkbank genel müdürünü de dinliyor ve, doğru ya da yanlış, gerçekten bilemiyorum, gördüğü bir açığın üzerine giderek sisteme çok önemli bir mesaj veriyor.

Bu mesele milli egemenlik, milli çıkarlar, milli bankacılık kavramları öne çıkarılarak tartışılabilir, bu tezler kısmen ya da büyük ölçüde doğru da olabilirler ama uluslararası siyaset, hele işin içinde İran’ın nükleer programı var ise, başka temellerde de işleyebiliyor.

İlgisi var mıdır, yok mudur bilemem, hukuken bir benzerlik pek yok ama ben üç gün önce bir ABD mahkemesinin BNP Paribas’ya kestiği on milyar dolarlık cezayı duyduğumda “paralel” denen güçlerin de bu süreçte rolünün biraz abartıldığını düşündüm.

Bu işlerde, işin sevimsiz yanı da büyük ölçüde bu, hukuken farklı bir konumda olmak, belki de haklı olmak süper güçlerin karşısında pek işe yaramayabiliyor bazen.

Şunu unutmayalım, sevimsiz bir mukayese ama ABD dünya ekonomisinin yüzde yirmi beşinden fazlasını, Türkiye ise yüzde birini temsil ediyorlar ve ABD dünyanın rakipsiz askeri gücü.

Bu durumda bizim gibi ülkelerin, şayet dünya sisteminden kopmak istemiyorlar ise, bizim de kopmak istemediğimiz açık, AB ile tam üyelik müzakereleri yapıyoruz, ulusal demokratik kararlarından ya da çıkarlarından büyük taviz vermeden küresel dengeleri de gözetmesi gerçekten bazen cambazlık haline gelebiliyor.

Siyasetçilerin mutlaka kendi fayda fonksiyonları var ve olmalı, normali ve demokratik olanı da bu ama küresel dengelerle kavgalı hale gelmenin de ülkeye faturası bazen çok büyük olabiliyor.

Başbakanlık, Dışişleri Bakanlığı gibi görevlere insanlar kendi tercihleriyle seçilerek geliyorlar, bu nazik dengeleri çok iyi yönetmek ve gözetmek de onların bize karşı görevi.