Sabah sabah ABD'nin, Yemen'in resmi adı Ensarullah olan Husîlerin kontrolündeki şehirlerine saldırdığına ilişkin haberlerle uyandım. Haber siteleri, kanallar bu haberi veriyordu. Birçok ölü ve yaralı var. Günlerce, haftalarca sürmesi de ihtimal dahilinde imiş bu saldırıların. Ramazan günü İslam dünyasının bu tür acı veren hadiselere maruz kalması insanı üzüyor tabi. Haberde İngilizlerin de saldırıya katıldıkları bilgisi küçük bir detay olarak veriliyordu. Irak ve Afganistan saldırılarında olduğu gibi. Fakat hem Irak ve Afganistan işgallerinde hem de bugünkü Yemen saldırısında Amerika'nın ismi hep ön plandadır ve kimsenin aklına İngiltere'nin bu saldırı ve işgallerdeki rolü gelmiyor nedense. Amerikan işgali veya Amerikan saldırısı deniyor. Amerika da bundan hiç de rahatsız görünmüyor. Bu yüzden ilginç bir ilişki tarzı ile karşı karşıyayız. "Kim kimi kullanıyor? Amerika mı İngiltere'yi peşinden sürüklüyor, İngiltere mi Amerika'yı arkadan itiyor? Yoksa İngiltere mi Sykes Picot ile oluşturduğu statükoyu korumak için ABD'nin gücünden istifade ediyor?" soruları bu örneklerden dolayı öteden beri zihnimi kurcalayıp duruyor.
Mesele sadece İngiliz-Amerikan ilişkisiyle de sınırlı değil. Sykes Picot uyarınca Fransa'nın payına düşen ve onun biçimlendirdiği statükoya göre varlığını sürdüren herhangi bir İslam ülkesinde bir sorun (!) baş gösterince, bu sefer ABD'nin yanı başında Fransa'nın yer aldığını görüyoruz. Dolayısıyla statükonun sahipleri ABD'nin taze ve diri gücünden istifade ederek söz konusu ülkeler üzerindeki egemenliklerini sürdürüyorlar diyebiliriz. ABD de hizmetinin karşılığını alıyor tabi. Mesela genel statükoya zarar vermeden içyapıyı kendi çıkarına göre düzenleyebiliyor.
Bizim şark bölgesinde ağaların olduğunu biliyorsunuz. Şimdiki gibi isimden ibaret olanlarından bahsetmiyorum. Ağaların gerçekten ağa oldukları zamanlar. İşte bu ağaların hırsızları vardı. Evet evet, adıyla sanıyla hırsızlar. Bunlara "dizê axê" (ağanın hırsızı) denirdi ve bu isimlendirme onlara bir tür dokunulmazlık sağlardı. Diyelim ki ağa bir garibanın atını, öküzünü beğendi, adama bedelini ödeyerek almak yerine, hırsızına onu çalmasını söylerdi. O da gidip o atı veya öküzü çalıp getirirdi. Tabi karşılığını da alırdı. Sahibi hırsızın kim olduğunu bildiği halde, arkasındaki itici güçten dolayı sesini çıkarmazdı. Hatta bu tür bir ilişki tarzına dayanan ama içinde aşk, dram, kahramanlık, ihanet gibi unsurları da barındıran çok güzel bir destan da var. "Kerr û Kulikê Silêmîn". Urfa dolaylarında Emer ağa, Harran'daki Arap mirinin "bilican" adlı çok güzel bir atının olduğunu haber alır. Aşiretinin yiğitlerini toplar ve "içinizde kim gidip "bilican"ı bana getirecek?" diye sorar. Bir de ödül vadeder. Bu atı bana getiren kızım "Perişan"ı alır, der. Kimse cesaret edemez, Kerr û Kulik kardeşlerden başka. Çünkü Kulik'in gönlü Perişan'dadır. Giderler. Çatışmada Kulik ölür. Kerr de "Bilican"ı alıp gelir. Perişan da ona kalır. Destan uzun tabi.
Bir de klasik Siyasetnamelerde "Li's Selatini kilabun" (Sultanların köpekleri olur) şeklinde bir ifade geçer. Sultanlar, ellerinin bulaşmasını, adlarının lekelenmesini istemedikleri kirli ve rutin dışı işlerde tetikçiler kullanırlar anlamında.
Taze emperyalist ABD ile eski emperyalistler arasındaki ilişki, bana göre, siyasetnamelerimizdeki bu tanımlamaya benziyor.
Not: Yazıda geçen "Kerr û Kulik"in yanı sıra "Evdalê Zeynikê" gibi Kürt sözlü edebiyatının belli başlı destanlarını araştırıp kitaplaştıran değerli yazar Ahmet Aras 14-03-2025 günü 81 yaşında İzmir'de vefat etti. Allah rahmet etsin. Oxir be mamoste (uğurlar olsun üstad).