ABD ile Rusya’nın Avrupa’sı

Avrupa ülkelerinin Rusya ile aralarının açılmasına Ukrayna krizi neden olmuştu. Ukrayna’nın AB’ye üye olabileceği ihtimali sıcak tutularak, bu ülkenin “Batı”ya kazandırılması için epeyce çaba sarf edilmişti. AB ülkeleri, özellikle de Almanya, Ukrayna’nın Rusya’ya rağmen kazanılabileceğini düşünmüş olmalı ki, bu işe kalkışmıştı. Ancak belirtmek gerekir ki, AB niyetine uygun politikalar üretememişti.

AB’nin Ukrayna konusundaki en önemli başarısızlık nedeni, bu ülkenin kazanılması halinde, onunla ne yapılacağına karar verilmemiş olmasıydı. Diğer bir ifadeyle AB, en başta da Almanya, Ukrayna’ya AB hedefi gösterse de üyelik öngörmemişti. Bu ülkenin tıpkı Türkiye gibi ne içerde-ne dışarda kalması, bir tür Rusya ile arada tampon olması hedeflenmiş, Rusya da bu beklentiye külliyen karşı çıkmıştı.

AB’nin girişimine karşılık Rusya sadece Ukrayna’yı yeniden kendi alanına sokmamış, Kırım’ı da işgal ederek Karadeniz’e kıyısı olan AB üyesi ülkelerin hareket kabiliyetini de sınırlamıştı. Ayrıca, Baltık ülkelerini ve özellikle Polonya’yı askeri anlamda tehdit ederek AB ülkelerinin NATO’ya daha fazla yapışmalarına neden olmuştu.

İki büyük arasına sıkışma

Dimyat’a pirince giderken eldeki bulgurdan olan Avrupa ülkelerinin bugün hala ciddi bir Rusya korkusu bulunuyor, dolayısıyla AB’nin Rusya ile ilişkilerini en azından stratejik olarak geliştirme olanağı sınırlı. Doğu Avrupa ülkeleri “Rusya geliyor” türünden bir korku yaşıyor, Almanya ise en cazibeli açılım alanının kapanmasıyla dar bir stratejik alana sıkışmış oluyor.

Almanya-Rusya ilişkilerinin gelişemeden akamete uğraması, muhtemelen en fazla Birleşik Krallık’ın işine yaramıştır. Ancak Alman-Rus ilişkilerinin bozulması Almanya-ABD yakınlaşmasına yol açsa idi, muhtemelen İngiltere daha da memnun olur, hatta belki Brexit’ten geri adım atma yoluna bile giderdi.

ABD ile AB arasındaki birlikteliğin en önemli adımlarından biri olan Transatlantik Ticaret Anlaşması hayata geçemedi, Putin ile Obama’nın adeta yeniden iki bloklu yapı kurma çabası sonuçsuz kaldı. AB, bu tasarıma şiddetle karşı çıktı, ancak karşı çıkışına uygun politikalar üretemedi; örneğin Türkiye’yi dışarıda bırakarak tam da istemediğinin yerine ne koyacağını bilemediğini gösterdi.

Obama’nın Rusya’yı rakip, Çin’i ortak görme siyaseti kurulamadan Trump iktidara geldi; o ise Çin’i rakip Rusya’yı ortak görme eğilimindeydi.

Tercihe zorlanma

Trump’ın Rusya’yı ortak görmesi, Avrupa’nın beklediği türden bir içeriğe sahip değildi. Zira Trump, Avrupa’yı atlayıp doğrudan işbirliği öngörüyordu ve bunu da Ortadoğu’da hayata geçirmeyi istemişti. Dolayısıyla artık sadece Rusya değil, ABD de Avrupa’nın, özellikle de Almanya’nın çevrelenmesi sürecine katkı sağladı.

Trump, Avrupa’nın güvenliği ABD’den bekleyip ekonomiyi kendilerinin belirlemesi konusuna itiraz etti, bu itirazını da sürdürüyor. Ayrıca kabul etmek gerekir ki, farklı nedenlerle de olsa, ABD ile Rusya’nın üzerinde anlaştıkları son derece yaşamsal bir konu var ki, o da AB ülkelerini Kafkasya, Orta Asya ve Ortadoğu’ya tek başlarına sokmamak.

Türkiye’nin AB’ye üye olmama halinin de bu sürece son derece önemli bir katkı sağladığını söylemek gerekir. İşte tam bu nedenle Almanya ve “öteki ABD” Türkiye’ye çok kızgın... Zira Türkiye, ABD ile Rusya’nın çevrelediği Avrupa’nın tek çıkış kapısını tıkayan ülke durumunda. Dolayısıyla Türkiye’yi baskı altında tutan politikalar, aslında Avrupa’nın stratejik tercihe zorlanmasıyla ilgili ve muhtemelen bu süreçte İngiltere’nin de katkıları büyük.