AB’de yeni dönem

AB Komisyon başkanının nitelikleri ve görüşleri, AB’nin önümüzdeki yıllarda kendisine biçtiği rolü göstermesi bakımından önemlidir. Bu nedenle Avrupa Komisyonu başkanı seçilen Jean-Claude Junker’in, hem Avrupa hem de dünya kamuoyunda tartışılması doğal. Ne de olsa Junker dört yıl boyunca AB yürütme organının başkanlığını sürdürecek ve AB’yi dünyada temsil edecek.

Junker, Prusya ve Doğu Avrupa’da yaşayan ve Alman İmparatorluğu döneminde büyük siyasi gücü bulunan toprak sahibi sınıfa verilen bir admış. Sadece soyadıyla bile asaletini ortaya koyan yeni Komisyon başkanı, on sekiz yıl boyunca Lüksemburg Başkanlığı yapmış biri. Gerçi Lüksemburg gibi küçük, sorunsuz ve zengin bir ülkede başbakanlığı bu kadar uzun zaman yapmış olmak büyük bir nitelik midir bilinmez. Zira Lüksemburg’u yönetmek Türkiye’deki büyük bir aşireti yönetmekten daha kolay olabilir.

Junker’in esas özelliği, Lüksemburg değil AB tecrübesine dayanıyor. 1997’den beri AB’nin yetkili organlarında görev almış ve muhtemelen ömrünün uzun bir dönemini Brüksel’de geçirmiş. Diğer bir ifadeyle AB kurumlarını, esas müzakerelerin yapıldığı koridorlarını, bürokrasisini gayet iyi tanıyor. Ancak bundan önemlisi, AB ile ilgili yaklaşımları.

Büyük tartışma

Junker AB’nin daha fazla bütünleşmesini, Euro’nun güçlendirilmesini, tüm üyelerin Euro bölgesine katılmasını ve genişlemeye son verilmesini savunan görüşlerin temsilcisi niteliğinde. Bu yaklaşım, AB organlarının üye devletleri daha fazla belirleyecek kararlar almasını savunmak anlamına geliyor.

AB ile ilgili yapılan tartışmaları, kabaca ikiye ayırmak mümkün. Bazı devletler ve siyasi eğilimler, ki başını Britanya’nın çektiği söylenebilir, AB’nin sorunlarının fazla bütünleşmekten kaynaklığını savunuyor. Merkezileşme eğilimi arttıkça, bütünleşmenin esnekliğini kaybettiğini, tüm siyasilerin Avrupalı bürokratlara teslim olduğunu, halkların tercihlerinin dikkate alınmadığı gibi ekonominin liberal düzenden de giderek uzaklaştığı ileri sürülüyor.

Öte yandan bu eğilimin tam tersinde yer alan görüş ise AB’de yaşanan hemen her sorunun yeterince bütünleşmemekten, üyelerin Brüksel kurallarına uymamalarından kaynaklandığını ileri sürüyor. Başını Almanya’nın çektiği bu gruba göre AB daha federal olmalı, tüm üyeler Euro’ya ve Schengen bölgesine katılmalı, AB’nin ordusu olmalı ve tabi genişlemekten de vazgeçmeli.

Yeni Komisyon başkanı, bu ikinci gruba dahil; dolayısıyla AB’nin dünyaya verdiği mesaj gayet açık.

İngiliz-Alman çekişmesi

Daha fazla bütünleşmeye ve merkezileşmeye zorlanan bir AB’de, merkezkaç eğilimlerin daha açık biçimde ortaya çıkması kaçınılmaz olabilir; ki Britanya’da tartışılan tam da bu. Cameron liderliğindeki hükümet, AB’den ayrılmanın zamanı geldiğini ileri sürüyor; kamuoyu yoklamaları da İngiltere’de toplumun yarısının bu fikre sıcak baktığını gösteriyor.

İngiltere’nin fazla merkezileşmiş AB’ye karşı çıkmasının siyasi ve ekonomik anlamda haklı nedenleri bulunuyor. Ancak bunun dışında bir konuya daha itiraz ettikleri düşünülebilir. Daha merkezi ve bütünleşmiş bir AB, üyelerin dış ilişkilerini de sınırlar. Almanya’nın daha bütünleşmiş bir AB’yi savunup durması, diğer ülkelerin dış ilişkilerini önce AB’ye oradan da kendisine bağlama beklentisi olabilir.

Diğer ülkelerin dış ilişkileri AB’ye bağlanınca nasıl dolaylı olarak Almanya’ya da bağlanır diyenler olabilir. Euro’nun belirlediği bir alan söz konusuysa, Almanya da Euro’nun neredeyse patronu durumundaysa ve AB ekonomisi Almanya’nın eline bakıyorsa, pekala olabilir. Boşuna Junker’e sorulan sorulara Merkel yanıt vermiyor. Dolayısıyla tartışma, AB’nin geleceğinden çok İngiltere ile Almanya’nın geleceği ile ilgili gibi gözüküyor.

NOT: Gazetemin açtığı ve kullanıcı adı @berildedeoglu olan dışında başka twitter adresim yoktur; adıma açılmış diğer hesap(lar) bana ait değildir.