Sedat LAÇİNER
Sedat LAÇİNER
slaciner@gmail.com
Tüm Yazıları

AB’nin geleceğini belirleyecek ülkeler

Avrupa Birliği (AB) son iki haftada iki büyük meydan okumayla karşıya karşıya kaldı. Önce İngiltere Başbakanı David Cameron İngiltere’nin AB’den ayrılabileceğini, bu konuda beş yıl içinde referanduma gideceklerini açıkladı. Ardından Başbakan Recep Tayyip Erdoğan AB’ye adaylık sürecinin sonsuza dek süremeyeceğini belirterek “AB’ye almazlarsa kıyamet kopacak değil” dedi. Görünüşe bakılırsa AB’nin geleceğini İngiltere ve Türkiye’nin meydan okumaları ve bu iki reste AB’nin vereceği cevap belirleyecek.

İngiltere’nin itirazı

İngiltere AB içinde entegrasyonun derinleşmesine ve tüm üyelere aynı politikaların empoze edilmesine karşı çıkıyor. İngiliz bakış açısına göre AB, istihdam ve mali politikalar başta olmak üzere çeşitli alanlarda tek tip politikaları empoze ederek üye ülkelere adeta deli gömleği giydiriyor, bu şekilde onların dinamizmini bitiriyor. İngilizlerin asıl kaygısı ise ulus devletin daha fazla zayıflaması ve üyelerin bağımsızlıklarını fiiliyatta kaybetmeleri. Bundan daha önemlisi ise Fransa-Almanya ikilisinin tüm Avrupa’ya hakim olması, her şeye bu ikilinin karar vermesi. Euro bölgesinde yaşanan mali kriz Almanya’yı bu hedefe bir adım daha yaklaştırdı aslında. AB içindeki tarihi Akdeniz-kuzey dengesi alt üst oldu. Güney’in direnç noktaları çözülürken, genişleyen Alman nüfuz sahası Almanya’nın AB içinde çok farklı bir konuma gelmesini sağladı.

Türkiye’nin isyanı

Başbakan Erdoğan’ın çıkışını ise haksızlığa karşı bir tür isyan olarak da değerlendirebilirsiniz. Türkiye’den çok sonra başvuranlar birer birer AB üyesi oldu. Üstelik bunların ne siyasi ne de ekonomik karneleri Türkiye’den daha iyi durumda değildi. Türkiye’nin medeniyet ve kültür farkları nedeniyle oyalandığı açık. İşte Türkiye’yi isyan ettiren de bu.

AB’de ise Türkiye hakkında çelişen iki farklı görüş hakim: Meseleye daha çok ekonomik açıdan bakanlara göre Türkiye’nin üyeliği AB’ye dinamizm katacak. Genç ve dinamik işgücü ve hızla büyüyen pazarıyla Türkiye’nin katılımı kimi uzmanlara göre AB’nin kriz sarmalını aşmasını da kolaylaştırabilir.

Karşı çıkanlara göre ise Türkiye, Avrupa medeniyetinin doğal bir üyesi değil. Bunlara göre 75 milyonluk genç, dinamik ve ezici çoğunluğu Müslüman nüfusu ile Türkiye’yi hazmetmek neredeyse imkânsız. Hatta Türkiye’nin katılımını Avrupa’nın İslamlaştırılması veya işgali olarak görenler dahi var. Türkiye muhaliflerine göre AB, Türkleri ekonomik gerekçelerle dahi almak zorunda değil, çünkü AB ile Türkiye arasındaki mevcut anlaşmalar zaten AB’ye istediği her şeyi veriyor. Örneğin AB firmaları Türkiye pazarına girerken herhangi bir zorlukla karşılaşmıyorlar. Aynı şekilde Türkiye tam üye olmamasına rağmen gümrük birliğine dahi geçmiş bir ülke, bu durumda muhalifler Türkiye’nin tam üyeliğinde herhangi bir ekonomik yarar da göremiyorlar.

Kim ne derse desin, asıl mesele din ve kültür farkında düğümleniyor. AB nasıl bir yapı olacağına henüz karar verebilmiş değil. Özellikle Almanya’da Merkel’in partisi, siyaseti İncil’in temel ilkelerine göre yapmaya yeminli bir parti. Hal böyle olunca milyonlarca Müslümanı içlerine almak istemeyebiliyorlar. Ancak Başbakan Erdoğan’ın da ifade ettiği gibi, Türkiye’yi kültürel gerekçelerle dışarıda tutan AB bu şekilde aslında kendisini de tanımlamış oluyor ve ırkçılığa, aşırılığa zemin hazırlamış da oluyor. Dahası AB’de güçlenen İslam ve yabancı düşmanlığı medeniyetler arası çatışmaları da besliyor.

Özetleyecek olursak, İngiltere ve Türkiye’nin uyarılarını dikkate almayan bir AB bazı ülkelerin güdümünde, dinamizmini kaybetmiş, hatta aşırı akımların kucağına düşmüş bir yer olabilir.