AB’nin Mýsýr’la imtihaný

AB’nin ortak bir dýþ politikasý olmamasý, bazýlarýna göre büyük bir zafiyet; bazýlarýna göre ise AB projesinin teminatý. Hýrvatistan’ýn üyeliðiyle bir araya gelip politikalarýný ortaklaþtýran devlet sayýsý 28’e çýktý. Bu devletlerin dünyadaki tüm geliþmeler karþýsýnda ortak tutum benimsemeye zorlanmasý, muhtemelen birliðin daðýlmasýna yol açardý. En basitinden  Fransa ile Birleþik Krallýk’ýn dýþ politikada ortak davranmalarý beklenemez ve eðer AB kurallarý bunu zorunlu kýlsaydý bu iki ülke ayný kuruluþ içinde yer almayý tercih etmezlerdi.

Öte yandan dünyanýn en geliþmiþ piyasalarýnýn ve demokrasilerinin kurduðu bir ortaklýðýn nasýl olur da dünya olaylarý karþýsýnda ortak bir eðilim gösteremedikleri sorusu sorulabilir. En azýndan dýþ politikalarýnýn bazý ortak deðerlere dayanmasý beklenir; zira AB insani deðerler üzerine inþa edilmiþ bir ortaklýk.

Ancak bir çok olayda görüldü ki, bu insani deðerlerin deðeri AB dýþýna çýktýkça düþebiliyor. Bu durumda da dýþ politika, insandan arýnmýþ bir nitelik kazanýp devlet, strateji, istikrar ve çýkar öncelikli bir hal alabiliyor. Ýþin içinde çýkar olunca da üye devletlerin ortak politika üretmeleri beklenemiyor.

Ýkilem

Mýsýr’daki geliþmeler, AB’deki bu durumu ortaya koyan en taze örnek. Mübarek’in devrilme sürecini önce temkinli bir biçimde izleyen AB, bu arada aralarýndan bazýlarýnýn NATO adýna Libya’ya yaptýðý müdahaleye öncelik vermiþti. Sonra ‘Ortadoðu’da otoriter rejimlere artýk yer yok’ mealinde açýklamalar yapýldý.

Ardýndan akýllara Emirler, Sultanlar, Krallar olan Ortadoðu ülkeleri geldi; onlar ürkütülmesin diye susuldu. Üstelik bu halk hareketlerini yapanlarýn Ýslami rengi de epeyce ürkütücü bulundu. Gerçi Suriye’deki geliþmelerin neredeyse Hizbullah ile El-Kaide mücadelesine dönüþtüðü düþünülürse, çok da haksýz olmadýklarý söylenebilir. Ancak esas sorun Mýsýr’da darbe olunca ortaya çýktý.

Mýsýr’da topluma hakim olabilecek, yaptýðý müdahalenin hakkýný verebilecek bir ordu yok; yani Türkiye’deki gibi bir günde iþi bitirebilecek nitelikte askeri yapý söz konusu deðil. Buna raðmen, hem kel hem fodul hesabý, klasik bir darbe yaptýlar. Seçilmiþ ama kifayetsiz kiþiler, atanmýþ ama kifayetsiz kiþilerce alaþaðý edildi.

AB, ordunun kendisiyle ancak seçilmiþlerin kifayetsizliði ile ilgilendi; seçilmiþ olmalarýyla deðil. Dolayýsýyla darbeye darbe dememeyi, dediðinde de kýnamamayý tercih etti.

Karar

Darbeciler geçici bir hükümet kurma çalýþmalarýna baþlayýnca, görüldü ki neredeyse Mübarek dönemine geri dönülüyor, üstelik bir iç savaþ riskiyle. AB ülkeleri Mýsýr deðiþiyor diye eski ekiple muhatap olmayý býrakmýþ, yeni muhatap arayýþýna girmiþlerdi; þimdi o eskiler geri çaðýrýlýyor, dolayýsýyla AB açýsýndan zor bir dönem.

Üstelik hem darbenin hem de yeni isimlerin arkasýnda Serbest Ticaret Anlaþmasý görüþmeleri sürdürdükleri ABD olduðu ileri sürülüyor. Yani darbeyi kýnasalar, Atlantik’teki ortaklarýný da kýnamýþ olabilirler; kýnamasalar ileride Mýsýrlýlarla yakýnlaþma ihtimali kalmayabilir.

Bu ikilem AB bünyesinde uzun tartýþmalara yol açtý ve sonunda AB Mýsýr deðil Mýsýrlýlar lehine bir politika oluþturmaya karar verdi. Bir kaç gün önce AB Dýþ Ýliþkiler Yüksek Temsilci Catherine Ashton, Mýsýr’daki yeni iktidarý gayrý meþru ilan etti. Bu, darbeye darbe denmesi anlamýna gelmese de, önemli bir geliþme. Barýþçýl direniþin desteklendiði, derhal seçimlere gidilmesi gerektiði ve halklarýn taleplerinin dikkate alýnmasý gerektiði vurgulandý.

Ýyi haber, Türkiye ile AB’nin yaklaþýmlarý benzeþir hale geldi. Kötü haber, telaþa bakýlýrsa Mýsýr’da geçici hükümetin kalýcý olma olasýlýðý yüksek.