Acılı anne: Ben siyaset bilmem, kuzumu isterim!

Diyarbakır 32 derece. Şehir kavruluyor.

Yürekleri ise Büyükşehir Belediyesi önünde, ana kuzusu denilecek yaşta dağa kaçırılan çocuklarına kavuşabilmek için eylem başlatan annelerin feryatları dağlıyor:

“Ben çocuğumu istiyorum, artık dayanamıyorum, benim çocuğum nerdedir?”.

Başbakan’ın grup toplantısında HDP’ye seslenerek “bu çocukları alıp annelerine getireceksiniz” demesinin ardından Selahattin Demirtaş’ın aileleri nihayet kabul etmesi gözyaşlarini dindirmese de umutlarını artırmış annelerin. 

Ailelerden, onlara destek vermek için gelen akraba ve arkadaşlardan başka, belediye meydanı medya mensuplarıyla dolu. Diyarbakır muhabirleri dışında İstanbul medyasından da epey gelen olmuş Diyarbakır’a.
Her gazeteci annelerle tek tek görüşüyor, kaçırılan çocuğun hikâyesini ve annenin mesajlarını dinliyor.
Anneler ise bıkıp usanmadan, tekrar ve tekrar anlatıyor.

Yeter ki çağrısı bir karşılık bulsun, evladına kavuşsun.

Dikkat ediyorum bu anlatımlar, hiç ezbere düşmüyor, yapaylaşmıyor.
Her anlatımda aynı yakıcı acı, aynı perişanlık.

Hepsinde aynı özlem, aynı endişe, aynı kararlılık.

Elbette ben de konuştum hepsiyle. Ellerini tuttuğumda, zangır zangır titrediklerini anlıyorum.

Çocukların yaşları gibi hikâyeleri de benziyor aslında birbirine:
“Okula gitmek için çıktı, dönmedi” diyorlar, ya da “kızım pikniğe gitti, bir daha da gelmedi”.
Çocuklarının dağa kendi iradesiyle çıkmasına ise hiç ihtimal vermiyorlar. “Ne bilsin böyle şeyleri” diyorlar.

Çocukta dağa gönüllü gitme emaresi sayılabilecek hiçbir değişiklik sezmediklerini, çocuğun derslerinin, ailesiyle arkadaşlarıyla ilişkilerinin ne kadar iyi olduğunu anlatıyorlar.

Gözyaşları resmen yüzlerini yıkıyor çocuklarının adını anarken.

Anne yüreği dayanmıyor olmalı ki “benim çocuğum daha çok küçük” diye hatırlatıyor ve kuzularının hastalıklarından, zayıflıklarından, korkularından dem vuruyorlar.
Sohbet biraz ilerlediğinde, o kıyamadığı kuzusunun dağda kalmasından, eline silah almasından nasıl korktuklarını aktarıyorlar. Bu ihtimal, sabırsızlıklarını artıyor, sesler yükseliyor.

Dağa kaçırılan Halime ve Fırat’ın okul arkadaşlarıyla konuşuyorum. İki kız öğrenci. Söz konusu pikniğe onlar da gitmiş: “150-160 kişiydik. Maya-Der’in düzenlediği bir piknikti. (Maya-Der örgüte katılanların ailelerine yardım eden bir dernek.) Yanımızda öğretmenimiz ya da başka büyüğümüz yoktu. Daha mangallar bile yakılmamışken yanımıza elleri silahlı dört kişi geldi. Konuşmaya başladılar. Sonra işte Halime ve Fırat onlarla gitti”.
Bu röportajı okuma imkanları olursa Halime ile Fırat’ın, onlara ne demek istersiniz diye soruyorum. Gözleri parlayarak “geri dönün” diyorlar, “Bakın anneleriniz perişan oldu. Burada güzel bir hayatınız var, okulda başarılısınız. Sizi özledik. Gelin mutlaka”. 

Eylemdeki annelerin çocuklarının hemen hepsi son birkaç yıl içinde çıkmış dağa.

23 Nisan tatilinde Lice’ye pikniğe gittiklerinde kaçırılan çocukların annelerinin eylem başlatmasıyla onlar da bir umutla çıkmışlar meydana. Yıllardır çocuklarını çok aradıklarını ama çaresiz kaldıklarını, çözüm süreciyle umutlarının arttığını korkularının azaldığını söylüyorlar.

Demirtaş’ın görüşmede acılarını paylaştığını, ellerinden geleni mutlaka yapacaklarını söylemesi onları rahatlatmış kısmen. Ama şüphe içlerini kemiriyor olmalı ki “Evladıma sağ salim kavuşmadan şuradan şuraya gitmem” diyorlar.

ANNELERİ HÜKÜMETE KARŞI DOLDURUYORLAR

İlginç anlara da tanıklık ettim dün. Mesela “Barış olsun, hiçbir anne ağlamasın” dilek cümlesi bütün annelerin dilinden dökülürken BDP’ye seslenen bir anneye oradaki bir bey “BDP ne yapsın, her şey Hükümetin elinde, Başbakan’a söyleyin Başbakan’a, barış için hiç adım atmayan o” diyor.

Benzer bir yönlendirmeyi başka bir anneyle konuşan tanımadığım iki meslektaşımın da yaptığına şahit oluyorum.
Devamında bir iki anne aynı şekilde çocukların dağa çıkmasından BDP ve PKK’yı değil Hükümeti ve Başbakanı sorumlu tutuyor. Diğer anneler buna itiraz ediyor.

Kadınlar arasında başlayan "sorumlu kimdir" tartışmasına Kürtçe devam ediyorlar ama tartisma uzun sürmüyor.

O feryat figan yüklü hareketliliğin içinde gazeteci olmadıkları anlaşılan iki genç insanın da annelerle ayrıca konuşup notlar aldıklarını, sorularının farklı olduğunu fark ediyorum. Sivil polislermiş. Valiliğin görevlendirmesiyle buraya her gün geldiklerini, ailelerin güvenliğini sağlamak dışında ailelere yardımcı olmak için çocuklarla ilgili detaylı bilgi aldıklarını söylüyorlar. Daha fazlasını ise konuşmuyorlar.