Acının, umutsuzluğun, aşkın ‘Bekleyiş’i

Marguerite Duras “Acı hayatımdaki en önemli şeylerden biridir” demişti.

Filiz Kutlar’ı Tiyatro Dafne’nin “Bekleyiş” adlı oyunda izledim. Toplama kampındaki kocasının hayatta olup olmadığı kaygısıyla harap olmuş bir kadının bekleyişini canlandırdı Maya Cüneyt Türel Sahnesinde. Tek kişilik bir oyun. Gürel Yontan’ın dekoru çok yalın: Sahnede bir çalışma masası, iki sandalye, masanın üstünde bir lamba var.

Savaşın sonu gelmiş, Müttefikler Avrupa’da ilerliyor... Paris’teki dairesinde meraktan deliye dönüyor... Telefonun başından ayrılmadan, yakın arkadaşı Daniel’i sürekli arayarak bir haber almak için çırpınıyor... Daniel ile istasyona gidip serbest bırakılanlar arasında onu tanıyan birini bulmaya çalışıyor.

Gözlerinin önünde kocasının ölümü canlanıyor... Onun günlerce aç kaldığını düşününce boğazından lokma geçmiyor, başkaları yemek yerken midesi bulanıyor.

Pierre dönecek mi? Bir gün kapıyı çalarsa onu tanıyabilecek mi?

Zeynep Avcı’nın Marguerite Duras’ın 1985’te yayınlanan “La Douleur / Acı” adlı kitabından esinlenerek yazdığı metinde acıyı hissediyor insan. Filiz Kutlar’ın sesinden o acı yansıyor. Kutlar ile Sibel Yıldırım Özer’in, birlikte yönettiği, Aliye Uzunatağan süpervizörlüğünde sahneye konan oyunun müzikleri Fazıl Say’a ait. Bu kısacık ama etkili oyunun arkasında öyle bir öykü var ki! Geçen yıl kaybettiğimiz ünlü Fransız yönetmen Patrice Chereau da “Acı”yı 2008 yılında, Theatre de l’Atelier’de Dominic Blanc’ın oynadığı bir tiyatro oyununa uyarlamıştı.

Öncelikle Duras, Homeros’un destanındaki gibi olanca sadakatiyle kocası Odysseus’u bekleyen, kurnazlıkla taliplerini eleyen Atinalı soylu Penelope değildir. Onun “Bekleyiş”i Yannis Ritsos’un “Umarsız Penelope” şiirindekini çağrıştıran bir sona ulaşır.

“Acı” Marguerite Duras ile eşi Robert Antelme’in, tek çocuğunun babası Dionys Mascolo’nun, hatta merhum Fransa Cumhurbaşkanı François Mitterand’ın da kahramanı olduğu bir öyküyü anlatır. Hepsi aynı gruba dahil Fransız direnişçileridir! 1942 yılında Duras çocuğunu doğumda kaybeder. Eşi Robert Antelme ile kızkardeşi yakalanıp bir toplama kampına gönderilir. Duras, onları bulabilmek için bir Gestapo subayıyla ilişkiye girip casusluk yapmaktan dahi çekinmez.

Oyunda Daniel diye bahsedilen Dionys Mascolo’nun “Aşk Üstüne” adlı kitabındaki “Aşk aşağı yukarı umutsuzluk gibidir. Kusursuz umutsuzluk üzerine hiçbir zaman hiçbir şey denmemiştir. Kuşkusuz korku salan, kalbi ölümüne durduran ve normalde ölümden kaçıran hamle kadar güçlü bir hamle ile ölmeyi dileten bir umutsuzluk var,” sözleri belki Duras’ın, belki kendisinin, belki her ikisinin birden o “bekleyiş” sırasında deneyimlediği duyguyu ifade eder... Ki Zeynep Avcı’nın Marguerite Duras’dan esinlendiği metinde de ölümü istediğini, hatta ölü olduğunu dile getiriyor Filiz Kutlar.

Gerçek hayatta Antelme’i Dachau kampında ölmek üzereyken bulan François Mitterand’ın ta kendisiydi! Açlıktan birer iskelete dönmüş mahkumların arasında Antelme’i o tanımıştı. Oyundaki Pierre’in fiziksel görünüşünü 2. Dünya Savaşı belgesellerini izlemiş olanların bile yeniden tüylerini diken diken edecek biçimde aktarıyor Filiz Kutlar. Hayata nasıl tutunduğunu, yaşamak için nasıl bir mücadele verdiğini, onu kaşık kaşık çorbayla nasıl beslediğini... Ve nasıl kimseye kin gütmediğini, hiçbir ırka, millete, siyasi görüşe değil de sadece insan türüne mal ettiğini o büyük kıyımı. Antelme’in ilk kez 1947’de basılan olağanüstü yapıtı “”L’Espece Humaine / İnsan Türü” onun deneyimlerini, gözlemlerini, üzerlerine geliştirdiği düşünceleri derler. O dehşete inat 1990’a kadar yaşadı Antelme!

Duras çok sevdiği kocası iyileşince ona boşanmak istediğini söyledi ve bütün o “bekleyiş”te sabırla yanında yer alan ve kocasını Almanya’dan Paris’e bizzat getiren Mascolo’dan çocuk yaptı...

Bu acının, bu umutsuzluğun, bu aşkın “Bekleyiş”ini izlemeye ve ardındaki kitapları okumaya vakit ayırmak gerek insan türünü anlayabilmek için.