Açlık grevleri

Açlık grevi bir tür siyasi direniş biçimidir. Diğer pek çok direniş biçiminden farklı olarak şiddet dışa değil içe dönüktür. Amacına ulaşmak isteyen direnişçi kendini toplumun gözü önünde yavaş yavaş öldürürken vicdanlara hitap eder, taleplerinin yerine getirilmesini sağlamaya çalışır.

Amaçlara ulaşılması açısından değilse de sorunların gündeme getirilmesi açısından etkin bir yöntemdir. İnsani dram siyasi soruna ilgi gösterilmesine, sorunun tartışılmasına yol açar. Yaşamın kutsallığına olan inanç siyasi taleplerin dikkate alınmasına neden olur.

***

Muhatabı olan otoritenin açlık grevi karşısında taleplerin bir şekilde karşılanması dışında pek de fazla seçeneği yoktur. Karşılanmaması söz konusu olan sorunun derinleşmesine, çözümsüzleşmesine, türevlerinin ortaya çıkmasına yol açar.

Teröristi veya intihar eylemcisini lanetleyebilirsiniz. Ama yemek yemeği reddederek kendini yavaş yavaş ölüme mahkum eden insanlar karşısında eliniz kollunuz bağlanır. Özellikle de talepleri hukuken ya da siyaseten meşru kabul ediliyorsa işiniz çok daha zordur.

Bilinç kaybedilince zorla beslemek de çözüm değildir, aradan geçen süre içinde kalıcı zararlar ve hastalıklar oluşur. İnsani dram her şart altında siyasi sonucuna ulaşır. Açlık grevlerinin görmezden gelinmesi de, engellenmesi de zordur. Müdahaleler genellikle çözdüğünden çok sorun yaratır.

Siyasi otorite açısından yapılacak en doğru tercih talepleri tartışmaya açmak ya da açılmış tartışmaya katılmaktır. Türkiye ve dünyada pek çok ülke geçmişte açlık grevleri karşısında tartışmayı değil bastırmayı öncelediği için mücadeleyi kaybetmiştir.

KCK ve/veya PKK tutuklusu 600’den fazla insanın açlık grevi yaptığı bir yerde, en doğru siyasi tavır talepleri konuşmak, insani durumu önemsemek, sorunu görmezden gelmemektir. Kaldı ki talepler de kabul edilmesi mümkün olmayan talepler değildir.

Devletin gerekirse İmralı ile de görüşebileceğini ilan etmiş bir iktidar açısından Öcalan’ın izolasyonunu tartışmak mümkündür. Savunmanın Kürtçe yapılması talebi de meşrudur. Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Lozan Antlaşması’na göre herkesin kendi dilinde savunma yapması gerekir.

Bu hak her ne kadar yıllarca ve yıllarca kullandırılmamışsa da Antlaşma’nın 39’uncu maddesinin 5’inci paragrafında “Türkçeden başka bir dil konuşan Türk uyrukluların mahkemelerde kendi dillerini sözlü olarak kullanabilmeleri bakımında uygun düşen kolaylıklar sağlanacaktır” denmiştir.

Pek çok uzmanın üstünde hem fikir olduğu gibi bu hak sadece ülkenin Müslüman olmayan vatandaşlarına tanınmış bir hak da değildir. Ana dilde eğitim hakkı da üstünde konuşulmayı hakketmektedir. Kuzey Irak ve Kuzey Suriye’de yaşanalar göz önüne alındığında Türkiye’nin Kürtleri açısından cazibe merkezi olması için sorunlarının dikkate alınması gerekmektedir.

***

Hükümet, ölümleri veya bilinç kayıplarını beklemeden bu soruna müdahale etmelidir. Bazı kanaat önderlerinin gündeme getirdiği akil adamlar önerisine de günümüz Türkiye’si ihtiyaç olmadığını ispatlamak zorundadır. AK Parti iktidarı ülkesinin sorunlarını hiçbir aracıya gerek duymadan çözebilecek toplumsal siyasi desteğe sahiptir.

Çözümsüzlük sorununun derinleşmesine, insani kayıpların artmasına, Türkiye’nin dünyadaki olumlu imajının zedelenmesine yol açar. Suriye’deki zulme karşı çıkarken biz zulüm yapıyor, kendi insanlarının haklarını gasp ediyor, ölümlere seyirci kalıyor diye görülmemeliyiz. Zaten seyirci de kalmamalıyız. Açlık grevi yapanlar da bizim insanlarımızdır, siyasi tercihleri farklı olsa da bizim gibi insanlardır.