‘Âdemek-i bî-ihtiyar' (İradesiz robot, kukla); ya da, ‘deli gömleği'

44 yıl önceki bu günleri hatırlayacak yaşta olanlar için, geliniz bir hâfıza tazelemesi yapalım.

O günlerde bütün dünyayı sarsan büyük bir sosyal hadise cereyan ediyordu. 1977 ortalarında İran'ın bütün büyük şehirlerinde başlayan ve ekseriyetini ve de öncülüğünü 'çadur'lu (çarşaflı) kadınların teşkil ettiği milyonlarca insanın gösterisinin ve Şahlık rejimi güçlerince öldürülenlerin sayısının bazı günlerde 5 bini bile geçtiği ve 1,5 yıl kadar süren silâhsız o protestoların artık son kertesine gelinmiş gibiydi.

1905'lerde kurulduğu için, dünyanın ilk komünist partilerinden birisi olan 'Hizb-i Tudeh' / (Kitle Partisi) ve diğer bir takım silâhlı marksist gruplar ile Şahlık rejimi arasında çetin mücadeleler 10 yıllardır devam ediyor ve komünistler, çatışmalarda veya Şah'ın mahkemelerinde idâm cezalarıyla onlar- yüzler halinde idam ediliyorlardı. Ama bu mücadeleye, Müslüman İran halkı, komünizme olan karşıtlığı ve nefreti sebebiyle ilgi duymuyordu.

*

Ama 1977'lerde yeniden patlak veren sosyal gerilim sırasında, 'Allah'u Ekber' sadâları yükselince. Ve bu yeni göstericilerin liderinin de, 1964'de, yaklaşık 15 bin kişinin ölümüyle bastırılabilen bir halk ayaklanmasına önderlik eden Rûhullah Khomeynî olduğu anlaşılınca. Halk liderini bulduğunun idrakiyle mücadelesini daha bir güçlendirmişti.

Caferî mezhebine göre 'muctehid' olarak nitelenen ve 'Âyetullah' unvanına da sahib bu 'âlim', 1964-65'lerdeki büyük 'qıyâm' bastırıldıktan sonra Bursa'ya sürgün edilmiş ve sonra da 1978'e kadar Irak'ın, Necef şehrindeki ünlü Şiî medreselerinde müderrislik yapan bir isimdi. Bu ismin, dipten gelen halk ayaklanmalarının 1977'lerdeki bu yeni merhalesine de önderlik ettiği anlaşılınca, milyonlar, 'Bu liderin ardından gidilir.' diyerek, Şah'a ve Şahlık/Şehinşahlık' rejimine karşı daha bir bütünleşmişti. Ve 'Âyetullah' diye anılan diğer yüzlerce kişi karşı çıksa bile, halk, artık sadece bu 'Khomeynî'yi 'İmam/ lider' olarak kabullendiğini gösteriyor ve sayıları 100 bini aştığı söylenen kurbanlar, bu mücadeleyi daha bir dönülmez noktaya sevk ediyordu.

*

O sırada, dünyanın iki süper-gücü olan Amerika'nın Başkanı Carter ve Sovyet Rusya'nın lideri Brejnev liderleri, 'İran, çapulculara, ayak takımına ve irticacı/ gerici güçlere teslim edilemez' diyorlar; Şah'ı var güçleriyle destekliyorlardı.

Şah ise, 1978 Eylûlü'nde Irak devletine verdiği bir 'ültimatom' ile 'Khomeynî'yi Irak'tan çıkarma'ya davet ediyordu. Irak rejimi de, Khomeynî'yi derhal Irak'tan çıkarıp, Kuveyt Havaalanı'na bırakıyordu. Âyetullah Komeynî, o havaalanından, halkı Müslüman ülkelerin liderlerine yazdığı bir mektupta, durumunu anlatıyor ve kendisini kabul edip edemeyeceklerini soruyordu. Ama hiç bir ülkeden cevap gelmiyordu. O sırada Kuveyt'ten Paris'e gitmek üzere olan bir Fransız yolcu uçağına binmesi için Valéry Giscard d'Estaing başkanlığındaki Fransa 'yeşil ışık' yakıyor ve Khomeynî, Paris yakınlarındaki bir kasabaya yerleşiyor ve dünyanın en etkin medya organları bu kez de oraya taşınıyordu. Ama Şah, ümidsiz bir vak'a halinde de olsa direniyor; kan akıttıkça, daha bir zayıfladığının korkusuna kapılıyordu. Ülke çapında askerî hükûmet ilân etmek de işe yaramamıştı. Yaydan çıkan ok, artık geri dönemezdi. Ülkede de kimse Şahlık rejiminin yeni bir hükûmetini kurmaya bile yaklaşmıyordu.

Amerika da, Şah'ın artık iktidarda kalamayacağını anlamış; onu İran'dan sağ çıkarmanın yollarını arıyordu.

Ve nihayet, Şah, 1979'un ilk günlerinde, kendisinin 30 yıl kadar muhalifi olan ve Fransa'da yaşayan 'Cebhe-i Millî' liderlerinden Şapur Bahtiyar isimli kişiyi başbakanlığa getiriyordu.

Bu vazifelendirmeyi Şapur Bahtiyar notlarında şöyle anlatmıştı -özetle-:

-'Sizin babanız benim babamı idâm etmişti.' dedim.

*Evet. Ama ben de seni Başbakan tayin ediyorum.'

*

Resmî sıfatı ve hükûmetinin 'meşrûiyet'ini Şah'ın verdiği iktidar mühründen alan Şapur Bahtiyar, Şah'ın Meclisi'nden 'güvenoyu' alır almaz Tahran-Mehrâbâd Havaalanı'na gidiyor; Şah ve ailesi, çocukları, gözyaşları içinde bir daha dönemeyecekleri İran'dan resmî törenle uğurluyor ve ardından da, doğruca Meclis'e geliyor ve TV ekranlarından yayınlanan ateşli bir nutuk çekiyor, 'Biz, tufanların, kasırgaların içinden çıkıp gelmiş şahinleriz. Şah da artık bir daha gelemeyecek şekilde İran'dan çıkarılmıştır!'

Bahtiyar'ın bu sözleri, sokaklardaki on milyonların hançeresinden yükselen, 'Bahtiyar. Bahtiyar. Âdemek-i bî-ihtiyar.' (İradesiz bir robot / kukla.' şiarlarıyla karşılığını buluyordu.

Evet, Bahtiyar aynen öyle idi ve nitekim Âyetullah Khomeynî, 4 ay kadar kaldığı Fransa'dan İran'a 15 sene sonra 1 Şubat 1979 günü Tahran'a, milyonların gözyaşları ve tekbîr sadâları ile ve bir 'kurtarıcı' olarak karşılanıyor; o da, 11 Şubat 1979 sabahı, Müslüman halkı devlete el koymaya çağırıyor, Şapur Bahtiyar'ın ise, o gece Fransa'ya kaçtığı anlaşılıyordu.

*

O dönemi neden mi hatırladım?

Bugünlerde ülkemize, 'Âdemek-i bi-ihtiyar' (İradesiz robot, kukla.) durumunu hatırlatan cumhurbaşkanı seçmek için, bir ucûbe kaftan, daha doğrusu, bir 'deli gömleği' biçilmeye çalışılıyor da ondan.

Ve Tayyib Erdoğan'ın bir zaman, Başbakanlığa getirdiği işbu Davudoğlu, 'Anayasa'da Başkanlık sistemini savunmak, kendimi inkâr olurdu.' bile demişken; şimdi, mantıkî muhakeme kaygusunu yitirmişçesine, seçtirecekleri cumhurbaşkanı'nın imzasıyla, yüzde 1 oy alan bir '6'lı Masa' liderinin bile, aynı yetki ve yaptırım sahib olacağı bir ucûbe Devlet Başkanı heykelini yontmakla meşgul.

*

Bu kişinin bugün geldiği nokta, o 44 sene öncelerde Şapur Bahtiyar için yükselen, 'Âdemek-i bî- ihtiyar' /iradesiz kukla / robot' sözünü hatırlatıyor. Evet, 5 ay kadar sonralarda yapılacak seçimde millete seçtirmeyi düşündükleri kişi için söyletmek istedikleri de aynı şiar, aynı slogan. O konuyu da Cuma günkü yazıda irdeleyelim, inşaallah..

*

NOT:

D. Bahçeli nihayet dün, 'Sinan Ateş Cinayeti'ne dair konuştu.

'Ülkü Ocakları'nın Genel Başkanı' iken geçen sene Devlet Bahçeli tarafından vazifesinden alınması sessizce geçiştirilen Sinan Ateş, iki hafta kadar önce, 30 Aralık günü, bir suikasd sonunda katledilince, Bahçeli ve MHP'nin sessiz kalması elbette bir yığın soru işareti oluşturmuştu.

Devlet Bey dün, 'o cinayeti Ülkücü Hareket'e yıkmak isteyenler'i ağır bir dille suçlayarak reddediyor ve 'bu menfur cinayetin arkasında neler olduğunu anlamak için sustukları'nı; ayrıca, maktul'ü, 'geçen sene, niçin azlettiğini de gerektiğinde açıklayacağını' söylüyordu.

Bu cinayet konusunda şu ana kadar tutuklananların sayısı 17'yi bulmuş durumda. İddialar ise, son derece ağır. Konu yargıda olduğundan ve iddiaların belgelenmesi de kolay olmadığından bunları yazmanın sırası değil.

*