Afrin’e nasıl “girildiyse” piyasaya da öyle “dalınır…”

“Piyasa” dediğiniz şey, -haşa- ayet-i kerime ile mi kurulmuş, hayır, otomobil veya buzdolabı gibi “kul yapısı” bir kavram. Otomobil bozulduğunda nasıl tamirciye götürüyorsan, piyasada da birileri “bir şeyler çeviriyorsa”, müdahale edersin olur-biter... 

Bakıyorum, Ankara’daki bürokrasi-siyasetin bir kesiminde ve medyanın köşe tutmuş akademisyenlerinde “piyasayı kutsallaştırma” çabası zirve yapmış durumda, aramızda, Adam Smith’in (1723-1790, “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” lafıyla meşhur liberal iktisatçı) ruhu dolaşıyor… Erdoğan ekonomik kurul topluyor, veya Merkez Bankası ile ilgili iki-üç kelime açıklama yapıyor, panik atak geliştirip, “serbest piyasa ekonomisine müdahale yok” açıklamaları yapanlar var. 

Niye bu telaş, yani, ekonomideki davul Erdoğan’ın boynunda (çünkü seçmene yatırım, ekonomik büyüme, ve işsizliğe çözüm sözü veren o) ama tokmak başkalarının elinde olacak öyle mi, geçiniz!..

 

Ana hedef: Sözünü tutan demokrasi!..

Geçtiğimiz yıl kaybettiğimiz 1925 Polonya doğumlu çağımızın en önemli sosyoloğu Zygmunt Bauman’ın şu sözleri, “demokrasi krizi” kavramını açıklama açısından yeterli: Ulusal devlet bünyesindeki güç-siyaset evliliği fiilen sonlandı. Çünkü güç, yani para, küreselleşirken siyaset, yerel kimliğini sürdürdü. Siyasetçinin seçmene verdiği sözü yerine getiremediği bu dönemde, tüm demokratik kurumlar krize girdi. Neden? Çünkü vatandaş, seçtiği kadroları beceriksiz görüyor!.. Oysa, beceriksiz değiller, parayı kontrol edemiyorlar. İnsanlar, artık demokrasiye inanmıyor, çünkü demokratik sistemin sözünü tutmadığını görüyorlar.

Bauman’ın bu analizinden yola çıkarak vardığım ana düşünce şudur: Derhal, SÖZÜNÜ TUTAN DEMOKRASİ’nin alt yapısını oluşturup, güçlendirmek zorundayız. 

Erdoğan’ın son çıkışlarını, ülkesinin sorunlarını “emperyalist müdahalelere” rağmen çözmeye çalışan usta bir siyasetçinin atakları olarak görmek durumundayız. 

Erdoğan, Bauman’ın okuyarak vardığı noktaya, yaşayarak vardı!..

Bağımsız Merkez Bankası emperyalist palavradır…

Emperyalizm, bize bir tabuyu kabul ettirip, onun beynimizde kutsallaşmasını sağlıyor. “Piyasaya müdahale edilmez” lafı budur, edilir, Afrin’e ordu sokan ulusal devlet, ekonomik terör saldırısıyla karşılaştığında ne yapacak, bırakınız yapsınlar mı diyecek?.. 

Bir başka tabu: Merkez Bankası bağımsızdır…

Gerekçe: Para politikaları siyasetçilerin eline bırakılamaz, oy avcılığı için ekonomik disiplini hemen bozarlar ve enflasyonun yükselmesine neden olurlar. 

Tersten okuyun:Ekonomi gibi önemli bir alana, halkın seçtiği eğitimsiz politikacılar karışamaz, siz, bu işleri bir-kaç teknokrat ile bürokrata bırakıp kenara çekilin.

Oysa, bir ülkenin ekonomisinin kaderini yalnız para politikaları mı belirliyor, hayır, bütçenin hazırlanması ve vergi mevzuatı kimin elinde, siyasetin, o zaman tek hedefi enflasyonu önlemek olan Merkez Bankası para-faiz politikalarına neden siyaset müdahale edemiyor?.. 

Çünkü, emperyalizm böyle istiyor…

Ayrıca, Erdoğan son 5 yıldır, Merkez Bankası’na faiz oranlarını düşür çağrısı yapıyor, artık nasıl bir diktatörse (!) lafını bir türlü dinletemiyor. Teknokrasi, kur-enflasyon baskısını kontrol için yüksek faizde direndiğini söylüyor. 

Son krizde, faiz yükseldi, kur yükseldi, enflasyon yükseldi… Merkez Bankası yönetiminin bu tablo karşısında topluma söyleyecek bir sözü yok mu, yok, çünkü onlar teknokrat, işlerini kötü yapsalar da hesabı Erdoğan gibi siyasetçi veriyor!..

Merkez Bankası’nın bağımsızlığını gelişmekte olan ülke ekonomileri açısından ağır risk kabul eden Nobel ödüllü ekonomist Joseph Stiglitz ne diyordu: Finansal sistem, yüksek faizi sever, ekonomik büyümenin düşmesi ve artan işsizlikle hiç ilgilenmez…

Niye ilgilenmez, çünkü, orada giyotine giden Erdoğan gibi siyasetçilerin kellesi, bankaların yıllık bilançolarına bakılırsa, “ekonomi tıkırında(!)..”

 

Bu sistem sürdürülemez…

Erdoğan, bir seçim ortamında bile, günlük siyasetin üstüne çıkarak topluma bazı önemli alarm işaretleri vermeye çalışıyor, haklıdır. Çünkü, bankalarındaki toplam mevduatın yarısının nüfusun binde 2’sine (yüzde bir bile değil, korkunç!) ait olduğu, neo-liberal uygulamaların emperyalist saldırıya kapı araladığı bu ekonomik sistem sürdürülemez kimlik taşıyor.

Belli ki Erdoğan VATANDAŞINA VERDİĞİ SÖZÜ TUTAN DEMOKRASİNİN rotasında yürümeye çalışıyor… 

Sosyal adalet, ekonomik büyüme, yüksek istihdam... 

Ekonomide anti-emperyalist duruşun öne çıktığı yeni bir döneme doğru rotalanıyoruz, inanın, Batı biraz daha ayaklanacak…

Olsun…  Millet olarak yerimizde sıkı duralım, yeter…