Âhiret ve Hesab Günü'ne inanmayanlar, dua isterler mi?

100 yýl öncesine kadar 400 yýldan fazla birlikte yaþadýðýmýz ve Birinci Cihan Harbi sonrasýnda parça-parça edilen vatanýmýzýn ayrý bir parçasýna düþen ve bu yüzden, bazýlarýnca bugün taþýdýklarý pasaportlara bakarak, 'yabancý' diye dýþlanmak istenen Suriye'li kardeþlerimizden bir mühendis, 'Burada giderek artan bir ýrkçýlýk var, ama, bunu söylediðimizde, 'Biz ýrkçý deðiliz.' diyorlar; eðer öyle ise, 'Irkçýlýk baþka nasýl oluyor ki?' demiþti.

Bu ilkel ve utanç verici ýrkçýlýk fitnesini uyandýranlardan birisi, bu konulara onun mantýðýyla bakýlacak olursa, bizim dünyamýzdan çoook uzaklarda, Tokyo'da doðmuþtu. Babasý da, 27 yaþýndayken ülkenin ve -o zaman 27 milyon kadar olan- nüfusumuzun kaderiyle oynamaya kalkýþýp, 27 Mayýs 1960 Askerî Darbesi'ne karýþan birisi. Sonra, 38 kiþilik 'darbeciler komitesi' arasýnda 5-6 ay içinde ihtilâf meydana gelince, bir kýsmý, 14 kiþilik diðer kýsmýný tasfiye edip yurt dýþýna göndermiþlerdi.

Ýþte o zaman bu kiþinin babasý da Tokyo'daki TC. Elçiliði'nde askerî müþavir kadrosuyla vazifelendirilmiþ ve bu fitneci de o sýrada orada doðmuþtu.

Eðer, insanlarýn sahib olduklarý aslî inanç deðerleri etrafýnda deðil de, ýrklarýna veya doðduklarý yere, taþýdýklarý pasaporta ya da anne-babalarýnýn kimliklerine göre itibar edecek olursak, bu kiþiye nasýl bakmalý?

Bu kiþi, tutuþturduðu, ýrkçýlýk þeklindeki 'fitne ateþi'yle yetinmemiþ olmalý ki, bir 'fitne ateþi'ni de evvelki gün, bir Cuma Namazý için diyerek gittiði câmide, hutbe okuyan hocaya, cami adâbýndan bile haberi olmayan bir kiþi olarak, '(filâna.) rahmet okumayacak mýsýn?' diye seslenerek yakmak istemiþ.

Halbuki o kiþi, câmi adâbýndan biraz nasibli olsaydý, orada, gelmiþ -geçmiþ bütün Müslümanlara dualar edildiðini anlardý. Ama, onun derdi, o deðil; hassaten sadece, resmî ideoloji ikonu haline getirilmiþ olan bir kiþi için, zorbaca bir dayatmayla dua yaptýrmaktý.

*

Hoca oralý olmadý, hutbesine devam etti ve minberden inince, o küstah siyasetçi kiþi de, genlerinde taþýdýðý darbeci zorbalýk içgüdüsüyle olsa gerek, yüksek sesle, '(filânýn...) ruhu için Fâtiha!' diyerek, cemaati de Fâtihâ okumaya davet etti. Keþke o Fâtihâ içindeki ve müminlerin Allah'a verdikleri söz olan, 'iyyâke na'budi ve iyyake nesta'in.' (-meâlen-Yalnýz Sana ibadet / kulluk eder ve yalnýz Sen'den yardým dileriz.' þeklindeki âyetlerin mânasýný düþünebilseydi.

Cemaat, tam da bir mübtezelin de mübtezeli bir iðrenç müennes yaratýðýn, Ýmam- Hatib Okullarý'nda okuyanlar için kullandýðý sözler etrafýndaki tartýþmalarýn gerilimi gündemdeyken; bir de bu 'fitneci'nin tahrik ve entrikalarýna kapýlmamak için mi bilinmez, hiç tepki göstermediler. Belki de þu meþhûr dörtlüðü mýrýldandýlar, içlerinden.

'Ne taaccüb ediyorsun, buna dünya derler;

Duyulan herzelere onda nihayet yoktur.

'Yerin altýnda öküz var mý?' dedi, bir meczûb,

Onu bilmem dedim, üstünde fakat pek çoktur.'

*

Hâtýrýma, Tahran'ýn merkezindeki Nâsýr Khosrew mýntýkasýnda kitapçýlýk yapan Tebrizli bir yaþlý hoca geldi.

Bu hocanýn hikâyesi ilginçti.

1860'larda Osmanlý ile Ýran arasýnda, 'Ýstanbul'a gelen Ýranlýlarýn ibadetleri ve sair zamanlarda da toplanýp sohbet edebilecekleri bir yerin tahsis edilmesi ve o mescidin imamýnýn da Ýran'dan gönderilmesi' konusunda bir anlaþma yapýlmýþ. Bugün Kapalý Çarþý'nýn yanýndaki Bakýrcýlar Çarþýsý içinde yer alan mescid ve müþtemilâtý da öyle çýkmýþ ortaya.

Sözünü ettiðim Tebrizli Hoca'ya bir uðrayýþýmda, -inkýlab hareketiyle arasýnýn pek hoþ olmadýðýný iþittiðimden-, 'Hacý aða, senin inkýlabdaki payýn niçedir?' diye takýlýnca þöyle demiþti:

'Ýstanbul'da, Ýranîler Mescidi'nde piþnamaz (namaz kýldýran,imam) idim. 10.11.1958, Cuma sabahý, bir nice âdemler geldiler.. Mâlûm idi ki, dovletî idiler. Bir kýsm Þah'ýn istihbarat teþkilatý SAVAK memurlarýydýlar, belli.. Diðerleri de Türkiye tarafýndandý, zâhiren.

Dediler, 'Bugün, hutbede filânýn böyüklüðü bâresinde (konusunda) danýþacaksýn (konuþacaksýn!)

Böyle bir taleple karþýlaþacaðýmý hiiç beklemiyordum.

Biraz düþündüm.

-'Yapamam.' dedim.

'Yapamazsan, seni hemen yurt dýþý ederiz.' deyip, hýþýmla, 'Niçin?' diye eklediler.

-Ondan söz edersem, Rýzâ Khan'dan da söz etmeliyim.

-Et. Daha iyi ya. Rýza Khan-ý Kebir, Þahýmýzýn babasý.

- O zaman (1850-1901 arasýnda 51 yýl Þahlýk yapan ve içkiciliðiyle meþhur) Nasreddin Þah'ý da medh'u senâ etmem lâzým.

- Tamam, iþte ondan da bahset, ne mahzuru var?

-O zaman, geçmiþteki nice Þah'lardan da bahsetmeliyim.

- Ýyi ya iþte. Onlarý da medhû senâ ile anarsýn.

-O zaman, Yezid'i de medh'u senâ ile anmam gerekir.

*

-'Ve o sözü söyler söylemez, beni hemen kollarýmdan tutup bir taksiye attýlar ve doðru Yeþilköy Havaalaný'na götürüp, ilk uçakla Tehran'a gönderdiler, Ýstanbul'daki aileme haber bile veremeden.'

Ben öyle, inkýlab gibi böyük iþler yapmadým. Sadece, Mahþer'de hesaba çekilip, 'Dünyada ne gibi hayýrlý iþler yaptýðým' sorulduðunda; 'Ben de, Allah'ýn diniyle mübareze / mücadele edenleri, Allah'ýn mâbedinde hayýrla anmamak için öz kudretim nisbetinde mukavimet eyledim.' derim.'

*

O Tebriz'li Hoca'yý da, gelip geçmiþ bütün Müslümanlar gibi, rahmetle anýyorum. Çünkü o, dünya hayatýndan sonra bir de Âhiret hayatý olduðuna ve ruh'un da, Allah'ýn dilediði müddetçe, ebedî olduðuna inanýyordu, bir Müslüman olarak.

O da, 'taife-i laïcus' ve cümle materyalistler gibi, ruha ve Âhiret hayatýna inanmayýp; benim dinimin temellerine düþmanlýk etseydi, yani Müslüman olmasaydý, ona da rahmet niyazýnda bulunmazdým.

*