Ahmet Altan geçen hafta “Operada mescit” baþlýklý bir yazý yazdý. Bu yazýda, hükümetin alýþveriþ merkezi, sinema, tiyatro, kütüphane gibi alanlarýn yanýnda operada bile mescit zorunluluðu getirdiðini iddia ediyordu.
Opera bölümü, Ahmet Altan’ýn yasayý cýmbýzlayarak yaptýðý bir yorum olmakla birlikte AVM’lerde eðer halkýn talebi varsa, pekala mescit olabilir. Ahmet Altan’ýn mescitlere karþý bir alerjisi varsa onu bilemem.
Ayrýca, Altan ailesinin mescit bahsinde geleneksel olarak cami ile kýþla arasýnda kaldýklarýnda “kýþla”yý tercih ettiklerini de biliyoruz.
Beni iþin bu yönü hiç ilgilendirmiyor. Beni ilgilendiren, Ahmet Altan’ýn, “Müslümanlar, dindarlar nasýl olur da opera sever” anlamýndaki seçkinci tavrýdýr.
Elbette opera izlemek çok sofistike bir durum. Dünyanýn her yerinde de opera izleyicilerinin sayýsý bellidir. Örneðin ben de opera izlerim ama çok bayýldýðýmý söyleyemem.
Eðer Ahmet Altan da, dindarlarý küçümseyen “laikçi” bir eda ile söylememiþ olsaydý, hiçbir mahzuru yoktu. Ancak o, Verdi’den, Bizet’ten, Rossini’den, Puccini’den, Toscana’dan Müslümanlar ne anlar havasý içinde.
Ýþte böyle olunca, durum deðiþir. Evet, Ahmet Altan soylu bir paþa torunu olabilir, genetik kodlarýna binaen kendisi için bir “Babil Kulesi” de oluþturabilir. Ancak, dindarlarýn estetik beðenisini küçümseyen tavrý tam bir komedidir.
Anlaþýlan, Altan’ýn bu toplumu, özellikle de dindarlarý tanýma konusunda bazý sýkýntýlarý var. Böyle bir yazýyý, sýradan bir laikçi yazsaydý, gülüp geçerdik. Oysa Ahmet Altan, romancýlýðý hariç, usta bir kalem. Dolayýsýyla ona, bu tür meddahlýk iþleri pek yakýþmýyor.
Madem Ahmet Altan, dindarlarýn opera izlemesini, klasik Batý müziði dinlemesini mahzurlu görüyor, o zaman soralým.
Ben bir dindarým, Vivaldi dinliyorum, Mozart dinliyorum, Shostakovich dinliyorum, Miles Davis’e bayýlýyorum.
Sizce bir mahzuru yoksa mesela, Simon and Garfunkel’in ‘Sound of Silence’, ‘El Condor Pasa’ (If I Could)’unu dinleyebilir miyim?
Peki, gelmiþ geçmiþ en yalýn ve güzel þarkýlardan birisi olan “I put a spell on you, because you’re mine/Sana büyü yaptým, çünkü benimsin” diyerek baþlayan ve “Yaptýklarýna son versen iyi olur/ Yalan söylemiyorum/Biliyorsun dayanamýyorum/ Etrafta koþturup duruyorsun/ Sen daha iyi biliyorsun/ Dayanamýyorum çünkü beni küçük düþürüyorsun” sözleriyle devam eden o muhteþem þarkýyý Nina Simone’nin yorumuyla dinlememde bir sakýnca var mý Sayýn Altan?
Yoksa, Müslüman birisinin böyle bir þarký dinliyor olmasý sizi üzer mi?
Dahasý, ben Vivaldi’nin “Dört Mevsimi”ni dinlerken, evde yüksek sesle Hacý Bayram’ýn “Noldu bu gönlüm” ilahisini söylüyorum. Acaba, bu durumla ilgili bay Altan’ýn bir yorumu olabilir mi?
Ahmet Altan’ýn, bu toplumu ne kadar tanýdýðýný ya da tanýyamadýðýný göstermesi açýsýndan, sadece kendi hayatýmdan küçük bir anektot sunmak istiyorum.
Yýl 1975.. Bursa Erkek lisesi son sýnýftayým. Bir hafta sonu, üniversitede okuyan dindar öðrencilerin kaldýðý bir eve gittim. Akþam yemeði yendi, akþam namazý evde cemaatle kýlýndý ve salonda son derece rahat bir ortamda herkes kendi kafasýna göre takýlýyor. Baudelaire’den Necip Fazýl’dan, Lorca’dan, Sezai Karakoç’tan, Cahit Zarifoðlu’ndan, Ýsmet Özel’den, Nazým’dan þiirler okundu. Bir köþeden de hafiften bir müzik sesi geliyor. O güne kadar hiç duymadýðým bir müzikti bu. Nereden bilebilirdim ki, ben bir köylü çocuðuyum, Ahmet Altan gibi soylu bir aileden gelmiyorum yani... Sordum, nedir bu müzik diye; Mozart’ýn 40. Senfonisi olduðunu söylediler.
Ve her hafta sonu o eve gittim, Mozart’tan, Dede Efendi’den, Hacý Arif Bey’den, Vivaldi’den eþsiz müzikler dinledim... Gördüðünüz gibi Bay Altan, dindarlar da müzik dinlermiþ. Hem de sizin hiç bilmediðiniz kadar...