Ahmet Ay: Vatan, bayrak ve İstiklal Marşı Kürtlerin de dokunulmazı



Mersin’de bayrak yakıldığında Diyarbakır müthiş tepki göstermişti ama medya bunu göstermek istenmedi. Kürtlerin sembol ve değerlerle Kemalistlerin bütün tek tipçiliğine rağmen ciddi sorunları yoktur. Sadece “öteki”leşmenin verdiği rahatsızlık var. Tıpkı dindarların bu ülkede 80 yıl boyunca ötekileştirildikleri gibi.

Çözüm sürecinin, 90 gündür süren çatışmasızlığın ve 8 Mayıs’ta başlaması beklenen geri çekilmenin bölgenin kalbi Diyarbakır’daki yansıması nedir? Halk ne düşünüyor, ne hissediyor? Bütün bu kanlı on yıllar boyunca dindar Kürtler ne yaşadı, ne düşündü? Bu soruları bölgede önce öğretmen ve sosyal hizmet memuru sonra da aktivist olarak çalışan, rahmetli babası da mele olan Diyarbakırlı dindar Kürtlerden Ahmet Ay ile konuştuk. 1989'dan itibaren 20 binden fazla haneyi ziyaret eden ve halkın gerçek dertleriyle hemhal olan Ay, iki yıl önce de kanın durması için bir hafta süren tek kişilik bir açlık grevi eylemi yapmıştı. Milat gazetesinde yazan ve Ortadogu Çözüm Platformu sözcüsü olan Ahmet Ay Zazaca ve Kurmanci biliyor.

PKK 8 Mayıstan itibaren sınır dışına çıkacağını ilan etti. Çok şükür herhangi bir sorun görünmüyor. Bütün o çatışmalı zor yıllar da dâhil olmak üzere ömrünü Diyarbakır’da geçirmiş, dindar bir Kürt olarak size nasıl görünüyor?

Öncelikle bugünleri, kardeşliğin yeniden yeşerdiğini gösterdiği için Yüce Rabbimize hamd-usenalar ediyoruz. Başta, selamı yaymak, kardeşliği pekiştirmek için “zehir içmeyi göze alan” Sayın Başbakan olmak üzere bize çocuklarımızın öldürülmeyeceğini hediye edenlere de çok teşekkür ediyoruz. Cumhuriyetle beraber sürdürülen inkâr ve asimilasyon kardeş halk ve bu ülkenin vatandaşları olan Kürtleri derinden yaralamıştı. Pek çok kez huzursuzluklara sebebiyet veren inkâr ve asimilasyon politikaları 80 yıl boyunca sürdürüldü. Katı laikçilik üzerinden dindarlara, ulusalcılık üzerinden Kürtlere akıl almaz zulümler reva görüldü. Şapka yüzünden ülkede kadınlar dahi idam edildi. Erzurumlu Şallı Bacı şapkaya karşı çıktığı! gerekçesiyle ve kadın olduğu anlaşılmasın diye başına çuval geçirilerek idam edildi.

Son 30 yılda -asla tasvip etmediğimiz- PKK’nin saldırılarıyla daha da ceberutlaşan devlet, Kürtlerin insani haklarını görmezden gelmeye devam etti. Bu süre içinde istisnalar hariç basiretsiz hükümetler olayın salt güvenlik sorunu olduğunu söyleyerek içinden çıkılmaz hale gelmesine sebep oldular.

Şimdi ise yüreğini ortaya koyarak kardeşlerin çocuklarının ölmesine dur diyen bir irade var. Bu irade Allah’ın 1150 yıl önce kardeş kıldığı Türklerle Kütlerin 942 yıllık beraberliklerini yine kardeşane, hakkaniyete uygun sürdürmelerini hedefliyor. Yani cumhuriyetle beraber yok sayılan bu halk artık eşit vatandaş olarak kabul görüyor. Bu kardeşliğin yeniden inşası demektir ve biz Kürtleri son derece heyecanlandıran bir süreçtir.

BÖLGEDE BAYRAM VAR

Diyarbakır’da havalar nasıl? Kapı önlerinde, kahvelerde, ev oturmalarında neler konuşuluyor? Dile getirilenler dışında fısıldanarak söylenen bir endişe yahut çekince var mı?

1971 Mart muhtırasından itibaren bildiğim bu bölge ve şehirde hiç bu kadar heyecan ve mutluluğun oluşturduğu coşkuyu yaşamamıştım. Bölge insanı sadece ve yalnızca “kardeşler birbirini vurmayacak, çocuklarımız ölmeyecek” diye bayram ediyor. Kürtlerin yüzde 99.9’u çok mutlu ve umutlu. Mutludurlar, çünkü onlarca yıl bu bölge insanının çekmediği zulüm kalmadı. 2003’e kadar sıkıyönetim-OHAL ile geçen 25 yıl, ondan önce yine örfi idareler, tecritler yaşayan bölgeydi bu bölge. Bölge bu iktidarla beraber normalleşmeye başladı. Dolayısıyla süreçle ilgili bir kuşku ve endişe taşımıyor. Tek endişeleri geçmişte yaşanan kötü olaylardan dolayı süreçlerin durdurulması gibi bu süreçte de provokasyonların süreci sekteye uğratıp uğratmayacağıdır. Ama bu endişeler önce Sayın Başbakanın gösterdiği kararlılık ve Öcalan’ın 21 Mart 2013Nevruzunda okunan mektubuyla ve son olarak da PKK’nin 8 Mayıs’ta çekileceğini ifade etmesi şüpheleri tamamen giderdi.

KÜRT ANNELERİ ASKERE POLİSE DUA EDİYOR

Çocuğu dağda yurt dışında olan ailelerde nasıl bir hazırlık var?

Beni duygulandıran bir anekdot anlatmak istiyorum. Çocuğu 11 yıldır dağda olan S. Teyze “bugüne kadar oğluma dua ederken askerlerimize, polisimize de dua etmeyi ihmal etmedim, artık çocuklarımızı sağ gördükten sonra barışı nasip ettiği için Allah’a canımı hediye ediyorum” ifadesi aslında bu aziz kardeş halkların Allah tarafından kardeşlere örülen kaderini anlatıyordu. Burada hem askerimize, hem polisimize ve hem de dağdaki çocuklarımıza olan şefkat ciddi bir örnekliktir. Oğlu yurtdışında olan Z. Teyze ise: “20 yıldır Fransa’da yaşayan ama yurduna, evine gelemeyen oğlum ramazan ayında gelecek, o zamana kadar son çocuğu yani torunumun dişleri çıkacak ona nohut pişireceğim” derken yüreğinde ne yangınlar oluştuğunu gözlerinden yere düşürdüğü yaşlardan belli oluyordu. Z. Teyze,“bir Türk ailesini ziyaret edip torunlarımızın kaynaşmasını istediğini” vurgulamayı ihmal etmedi.

KÜRTLER İÇİN PAZARLIK SÖZKONUSU BİLE DEĞİL

“PKK karşılığında ne aldı ki silah bıraktı” diyenlerin kahir ekserisi 30 yıldır bu çatışmanın derinleşmesine bile isteye katkı verenler ve bugün de surecin akamete uğraması için çabalayanlar. Buna şüphe yok. Lakin samimi şekilde bunu soranlar da var. Diyarbakır’da bu soru ne şekilde soruluyor ve cevaplanıyor?

Diyarbakır ve son bir ayda gezdiğim 4 vilayet ve 11 ilçedeki insanlar “bir şeyler verildi ve barış oldu” cümlesine yabancıdırlar. Çünkü bölge halkı sorunun “alıp-verme” sorunu olmadığını, jakoben tek tipçilerin yok saydıkları bir halkın varlığını tanınmanın ta 2003’te, 2005’te Başbakan düzeyinde dile getirildiğini biliyorlar. Dolayısıyla bölge insanı Kürtler bir “alış-veriş” ile ilgili değiller. Birkaç kişiye “sizce devlet PKK’ya ne verdi?” soruma,

“Kim kimden ne alıyor ne veriyor? Allah kardeş kılmıştı bizleri, birileri bu kardeşliği 80 yıl boyunca bozmak istedi, ama Allah’a şükür ki yüreklerinde Allah sevgisi olan hükümet ricali bizim bozulan kardeşliğimizi yeniden pekiştiriyor, işte aldığımız bu kardeşliktir” diye cevap verdi. Dolayısıyla Kürtler “pazarlık, alıp-verme” ithamlarından son derece rahatsızlık duyuyorlar. Bölge insanı bu ithamların, sürecin başarısızlıkla sonuçlanmasını isteyenlerin fitneleri olduğunu söylüyor. Halk bu yaygaraları, Sayın Başbakanın başarısının tarihteki altın yaldızlara yazılmasını çekemeyenlerin uydurmaları olduğunu kabul ediyor.

BÖLÜNELİM DİYENLER KÜRTLERİN YÜZDE BİRİ BİLE DEĞİL

Türkiye’nin batısında, iç Anadolu’da, Egede, Kara Deniz’de bir yandan kan dursun diyen, ama öte yandan yoksa bölünecek miyiz diye de endişe edenleri anlayabiliyor musunuz? Onlara ne söylemek istersiniz?

Ben elli dört yaşındayım, sadece Diyarbekir’de ziyaret ettiğim hane sayısı 20 bin 148’dir. Bugüne kadar ciddi anlamda bölünelim, parçalanalım diyenlerin oranı yüzde bir dahi değil. Bölünmenin en revaçta olduğu 1990’larda dahi ayrılmak isteyenlerin oranı yüzde üçü bulmazdı. Hatta bunun altını üstünü çizerek söylüyorum, “kan dursun biz neyi paylaşmadık ki, yine kardeşçe, İslam’ın emirleri gereği, hakkaniyetle beraberliğimizi bin-üç bin yıl daha taçlandırırız” diyen köylüsü, şehirlisi, okumuşu, okuryazar olmayanıyla konuştum, tanıştım.

Anlayacağınız, kimsenin bölünme bir yana, ülkenin geleceğini az da olsa sıkıntıya sokacak bir talebi yok. Herkes “hakkaniyet ve kardeşlik neyi gerektiriyorsa o” diyor. Bu sebeple kim ki kirli propagandasıyla “bölünüyoruz” diyerek halkın sürecin aleyhinde olmasına çalışıyorsa dünya ve ahirette ağır vebal altında kalır. Kürtler bu ülkenin asli unsurudur, asil ve asıl Türk halkı gibi asıl ve asil sahibidir, nereyi nasıl bölecekler? Bir kere bunu geçelim, bölünmek falan yok ve olmayacak da.

VATAN, BAYRAK, MARŞ VE MÜBAREK TOPRAKLAR

Endişe eden ve cevap arayanların ihtiyacına binaen ve özür dileyerek soruyorum: Bölge insani için, bir Diyarbakırlı için vatan algısı tam olarak nedir, nereye tekabül eder, bayrak, İstiklal Marşı gibi ortak değer ve kavramlarla ilgili bir kafa yahut kalp karışıklığı yaşanmakta mıdır?

İnanın bugüne kadar en dokunulmaz görülen vatan, bayrak, marş ve mübarek topraklarımızdır. Kürtlerin bu değerlerle, sembollerle sorunu olmadı. Bunu sorun haline getiren zihniyet 2005 yılında Mersin’de 13-14 yaşlarındaki bir Kürt çocuğunun eline Türk Bayrağını vererek yaktırmıştı. O zihniyet bayrakla, vatanla, Marşımızla Kürtleri sorunlu gösteriyor. İnanır mısınız Mersin’de o bayrak yakıldığında Diyarbakır müthiş tepki göstermişti, ancak bu medya tarafından görülmek istenmedi. Kürtlerin sembol ve değerlerle Kemalistlerin bütün tek tipçiliğine rağmen ciddi sorunları yoktur. Sadece “öteki”leşmenin verdiği rahatsızlık var. Tıpkı dindarların bu ülkede 80 yıl boyunca ötekileştirildikleri gibi.

REHABİLİTASYON ŞART

Süreç ilerleyip bütün bu sevinç, mutlu şaşkınlık, sürecin selameti için titizlenme, umut etme gibi olağanüstü duygular hafiflediğinde karşımızda ne bulacağız, baş etmemiz, halletmemiz gereken? 30 yıllık şiddet bitecek ama hasarı ortada olacak...

Bu süreci müteakiben bölgede ciddi bir kalkınma hamlesinin olacağını biliyoruz. Ancak şehirde, taşrada 12-18 yaş arası çocukları, gençleri şiddete bulaşmış, taş atarak “prestij kazanmış” olanların ciddi rehabilitasyona ihtiyaçları vardır. Bu da hükümetin mastır planlarıyla mümkündür. Bugün Diyarbekir’de yüzlerce çocuk kapkaç, binlercesi olaylarda sokakta taş attıktan sonra bir oyun parkı dahi olmayan mahallesine dönüyor.

Düşünebiliyor musunuz yıllardır Hançepek, Fatih Paşa, Mardin Kapı, Saray Kapı, Ali Paşa, Bağlar, Fıskaya, Ben-u Sen çocuklarının bir oyun alanları olmadı. Tek oyun alanları sokak araları olan bu çocukların nasıl büyüdüklerini siz düşünün. Sadece Bağlar ilçesinde 100 bin çocuk avlularda ve sokakta oynanabilecekse oynuyor. Bunu hem belediyeler için hem de merkezi hükümet için büyük bir eksiklik olarak görüyoruz. Keza köyleri yakılmış yüz binlerce insan şehirlerde yaşıyor. Hala şehirde geçinebilecek bir işi, uğraşı olmayan vatandaşlara yönelik ciddi projelerin olması elzemdir.

İŞKENCEDE ‘NAMUSUNUZ VARSA DAĞA ÇIKARSINIZ’ DİYORLARDI

Bütün bu şiddet yüklü, acı dolu yılların en büyük zararlarından biri de bölgedeki çeşitliliğin üstünü örtmesi idi. Dışarıdan üstünkörü bakan biri için öyle görünebilir ama kuskusuz gerçek öyle değil. Siz bize buradaki çeşitliği gösteren bir tanım tasnif yapacak olsanız ne söylersiniz?

Bölgede dini, siyasi çeşitlilik oldukça belirgin ve huzur içinde bir birliktelik içindeydi. Ama şiddet ortamıyla beraber kimileri devletin içindeki derin odaklar tarafından yok edilmek istendi, kimileri de başta PKK ve Hizbullah’ın blokajına maruz kalıp yok olmayı göze alarak alandan çekildi. Devletin “bir proje ve plana dayalı” güvenlik konsepti bölgede muhalefetin farklılığını, çeşitliliğini ortadan kaldırdı. Örneğin ben 1981’den sonra ömrümde hiçbir cemaat, grup, örgüt içinde yer almamama rağmen sırf haktan yana olan İslami kimliğimden dolayı yedi kez gözaltına alındım, dört kere ağır işkence gördüm. Gözaltına alınmamı gerektirecek ciddi hiçbir şey olmamasına rağmen üzerimde denenmeyen işkence çeşidi kalmadı. Ve bu işkencelerde en çok söylenen hakaret “namusunuz varsa dağa çıkarsınız” idi. Ben 1984’ten sonraki işkencelerde bu sözü defalarca duydum. Demem o ki devlet o yıllarda ve müteakip yıllarda adeta herkesi dağa çıkartmayı hedeflemişti. Böylesi ortamda çeşitlilik ve farklı muhalif yapılanmalara hayat hakkı tanınmadı.

DİNDAR KÜRTLER ÇOK AĞIR İMTİHANDAN GEÇTİLER

Dindar Kürtler bütün bu yıllar boyunca ne yasadı? Yani bölgenin genel hikayesi dışında…

Dindarlar demokratik olmayan, sürekli anormal idarelerle yönetilen bölgede son 30 yılda daha ağır koşullarda yaşadılar. Cumhuriyetin ilanından hemen sonra dindarlıklarını her şeyin önünde tutan Kürtler bir sabah uyandıklarında hilafetin lağvedilmesiyle, bir süre sonra katı uygulanan laiklikle karşılaşmışlardı. Bizi bir arada tutan bağın (İslam) hayatın dışına atıldığını görünce bunu kabullenmemişlerdi (Şeyh Said Palevi Hareketi). Kürt olan ama dindarlığı yüzünden her türlü zulme reva görülen Bediüzzaman Said Nursi Kürdi örneği vardı.
12 Eylül sonrasında bölgede dindarlar İran devrimiyle beraber farklı, ithal okumalarla beslenerek bilinçlenme süreci yaşadılar ki PKK eylemlere başlamıştı. Artık her şeye tek gözle” ve namlunun ucundan bakanların cirit attıkları bir bölgede yaşamaya başlamıştık. Kim kimi neden öldürüyor sorularının cevabını vermekte gecikmesek de, bu olayları önleme şansımız kalmamıştı. Yurt dışından saygın insanları getirip akan kanın durmasına çalıştıysak da maalesef kurşun ve bomba sesleri her sesi bastırdı. Yani 1989-2000 yılları arasında geçen 11-12 yıllık süreç tozun dumana karıştığı süreçti.

Dindarların Türkiye genelinde uğradıkları mağduriyet ve mazlumiyete bölge insanı da aynı şekilde uğramışlardı. Adeta bölge insanının dinle irtibatını kesmeye hedeflemişlerdi. CHP iktidarı üzerinden Türkiye insanının inancını aşağılayan güçler, 1990 ve sonrasındaki yıllarda Kürtleri de değerlerinden uzaklaştırmaktan geri durmadılar. Ama hamdolsun Türkler gibi Kürtler de dini değerlerini her şeyin önünde tutarak bu projelere geçit vermedi.
Dolayısıyla dindarlar -ki Kürtlerin kahir ekseriyeti dindardır- son otuz yılda çok ağır imtihanlardan geçtiler.

GELİBOLU NİYE YILLARCA ZİYARETE KAPALIYDI?

Türkiye genel kamuoyunun yakin zamana kadar Kürtlerin yasadıklarıyla ilgilenmediği, daha doğrusu bihaber olduğu gündeme geldi, bir tur özeleştiri esliğinde. Siz ne düşünüyorsunuz, sizce de öyle mi ve gönül koydunuz mu?

Bununla ilgili “Malazgirt-Çanakkale-Diyarbekir Kardeşlik Hattı” başlıklı iki yazı yazdım. O yazıda Kürtlerin 1923-2003’lerde yaşadıklarından dolayı Türkiye kamuoyunun bir kere olsun “neden?” demediklerini yazmıştım. Bu yazılar yayınlandıktan sonra üç günde 180 mesaj-mail aldım. Hemen hemen hepsinde “evet, demek ki basiretimiz bağlanmıştı göremedik” diyenlerin sayısı çoğunluktaydı. Hatta Trabzon’dan bir kardeşim, “bu yazılarınızdan sonra ha PKK’li 5 kişi dağdan inmiş, ha biz 5 kişilik aile ırkçı-şoven duygulardan kurtulmuşuz“ deyip dua yolladı. Evet, kısmen doğrudur, iletişim tekelinin yanlı ve yanlış bilgilendirmelerinden dolayı bölgede tam olarak neler yaşandığını bilmeyen Türk kamuoyu süreci sağlıklı değerlendirme imkânı bulamamıştı. Bakınız, 2002’de 9 Eylül Üniversitesi öğrencilerinin davet ettikleri bir konferanstan sonra eşiyle beraber makine mühendisi olan 35 yaşlarında kardeşlerim yanıma geldi. Bayan olan “ama Kürtler sizin gibi Müslüman olsaydı böyle olmazdı, onlar Ermeni” demesin mi? Bunu nasıl söylersiniz dediğimde “ama öldürülen PKK’lılar sünnetsiz” cevabıyla Ertürk Yöndem’in vazifesini başarıyla yerine getirdiğini düşünmekten kendimi alamadım.

Bizi Çanakkale’ye sokmayan zihniyet, birbirimize yabancı olmamızı istemişti. Türklerle Kürtlerin dedelerinin Çanakkale’de beraber yattıklarını görmeyelim diye yıllarca Gelibolu Yarımadasını ziyarete kapatan zihniyet başarılı olmuştu. Bu yüzden “gönül koyma”dan ziyade bu “bihaber”likten dolayı acıların büyümesine çok yandık.

PKK ÇEKİLİYOR HİZBULLAH MI YERLEŞİYOR?

Hizbullah’ın silah bırakmasının ve partileşmesinin PKK'ya ve surece etkisi ne olmuştur?

Her hal-u kârda silahlı yöntemin terk edilmesi hayırlı ve sevindirici olmuştur. Gerçi Hizbullah çoktan silahı devreden çıkarmıştı. Hizbullah’ın silahlı mücadelesi devlete karşı değil, karşılıklı olarak PKK’ye ve bilahare bölgede tabanı bulunan İranî-İslamcı Menzil Gurubuna karşıydı. Dolayısıyla Hizbullah’ın silahlı mücadeleyi yöntem olarak kabul etmeyişinin sürece etkisi olursa bu da olumlu olacaktır.

PKK'nın çekildiği alana Hizbullah’ın yerleştiği, yerleşeceği iddiasının, endişesinin gerçekliği var mıdır, böyle bir hareketlilik gözlemliyor musunuz?

Tam olarak böyle değil, ama PKK silahları bıraktıktan sonra bölgede farklı muhalefetler oluşacak. Bunu PKK’liler de Hizbullah/Mustaz’af Der’ciler de bilirler. Dolayısıyla alan mücadelesini normal karşılıyorum. Lakin bu mücadelenin ahlaki, meşru ve şiddetsiz olması lazım. Yoksa cebr ve şiddetle alan kapmaya bu saatten sonra en azından halkın izin vereceğini düşünmemeliyiz. Halk desteğini cebr ve şiddet yanlılarında çekince bu tarafların varlıklarını sürdürmeleri zorlaşır. Mevcut hareketlilik önümüzdeki aylarda da görülecektir, ancak zor kullanmaya, şiddete prim verilmediği takdirde bu mücadele daha meşru ve makul yöntemlerle olur ki aslolan da budur.
DİCLE’DEKİ OLAYLARIN DERİNLİĞİ YOK

Dicle Üniversitesi’nde PKK sempatizanlarıyla-Hizbullah yanlısı gençler arasında yaşanan gerginliğin bir derinliği ve toplumsal karşılığı var mıdır?

Hayır, böyle bir derinlik mevcut değildir. Neticede halkın değerlendirmesi tarafları bağlar. İndi tartışmalarla bölgeyi yeniden şiddete çekmenin tabanda desteği de yoktur. Toplumsal karşılığı olmayan şiddete dayalı hiçbir faaliyete bölge insanının razı olacağını düşünmediğimizden, sorunun zamanla yerini daha demokratik, ahlaki yöntemlere bırakacağına inanıyorum.

KORUCULUK NASIL KALKACAK?

on soru: Koruculuk terör yıllarında bir pratik çare olarak görüldü ama onun da sebep olduğu büyük sorun alanları var, ayrıca korucuların sorunları var. Koruculuk sistemiyle ilgili ne yapılmalı sizce?

Koruculuk sistemi baştan beri doğru sevk ve idare edilemedi. Çevre köylerle yüzyıl önceden gelen husumetler koruculuk sistemiyle birlikte yeni bir boyut aldı. Artık PKK için değil, komşu köylere baskı uygulamak amacıyla koruculuklar kabul edildi. 90'lı yıllarda korucuların kendilerine asırlar önceden muhalif başka köy ve köylülerle ilgili söyledikleri, istedikleri her şey özellikle JİTEM ve buna benzer güçler tarafından yerine getirildi. Kan davaları, evlilikler, arazi sorunları daima korucuların lehine sonuçlandı. Bu da yeni düşmanlıkları üretti.
Şimdi ise bu sistemin acilen lağvedilmesi, ama bunca yıldır silaha alışmış olanların da rehabilite edilerek topluma kazandırılması gerekmektedir. Son olarak bir şey söylemek isterim.

Buyurun lütfen…

Bugünden itibaren Türklerle Kürtler bölgede yaşayan diğer dini ve etnik unsurlarla huzura, ebedi barışa kısacası “selam”a sarılacak. Ümid ediyoruz ve dua ediyoruz ki bu süreç sadece 76milyon vatandaş için değil, Ortadoğu, Kafkasya, Balkanlar, Afrika ve Uzak Doğu halklarının, mağdur ve mazlum halklarının uyanışına, bizlerin yardımları ve örnekliğiyle dirilişine vesile olacak. Hala başlarına bir musibet geldiğinde “İstanbul bir çare bulur” umudu var bu saydığımız halklarda. Daha önemlisi, başta Irak, Suriye, İran Kürtleri olmak üzere Balkanlar ve diğer kardeş ülkeler bizimle sınırların olmadığı bir komşuluk isteyecekler. Ümmeti parçalayan güçlerin değil, artık ümmeti diğer halklarla kaynaştıran bir ülke olma yolundayız. Bu ilahi-kozmik ışıkları gören iradeye destek olmak İslami ve insani görevdir.

Allah 100-200-1000 yılda bir milletlere bu tür ikramlarda bulunur. Bizler Türküyle Kürdüyle bu ikramı baş göz üstüne alıp gereği olan hamd görevimizi yerine getireceğiz. Yoksa… Hayır, yoksa demeyeceğiz, inşaallah…