Ak Parti İstanbul Kadın Kolları Başkanı Topal: Başörtülülerin adı yoktu artık siyasette de varlar



Topal: Belki sıradan geliyor bazılarına, inanamıyorlar ama hakikaten Allah rızası için, sabredip dua ederek ve ortak yaraların iyileşmesi için çalışarak bekledi başörtülü kadınlar. Yoksa şu ana dek dağları devirip geçerlerdi herhalde.


31 Mart 2014 günü yapılacak yerel seçimleri de, 2015’teki genel seçimleri de öncekilerden ayıracak temel motifin kadın temsilinin çok artacak olması olacağını şimdiden söyleyebiliriz. Demokratikleşme paketindeki çok önemli maddelerden biri (üniformalı mesleklere bariyer çekilmiş olması düzenlemeyi eksikli hale getirse de) “kamuda başörtüsü” serbestini sağlayan maddeydi ve Türkiye bu sayede büyük bir ayıptan daha kurtuldu. Bundan böyle başı açıklık ya da kapalılık norm olmaktan çıkıyor, kamuda herkes eşitleniyor. 1990’lı yılların başından beri siyaset mutfağında harıl harıl çalışan, hem toplumsal kaynaşmayı sağlayan hem el verdikleri partiyi iktidara taşıyan başörtülü kadınların sessiz bekleyişleri nihayet sona eriyor. Görünmez emekleri daha bir görünür olacak, silüetleri bir isme, cisme, temsile kavuşacak. Bütün bu süreç nasıl yaşandı, kadınlar nasıl sabretti, neye inandı güvendi, bugünlere nasıl gelindi? AK Partili kadınlar seçimlere hazır mı? AK Parti İstanbul Kadın Kolları Başkanı avukat Özlem Zengin Topal ile konuştuk.


Yerel seçimler yaklaşıyor ve kadın adayların bu defa evvelkilere kıyasla rekor düzeye ulaşması bekleniyor. AK Parti İstanbul Kadın Kolları olarak buna hazır mısınız? Nasıl bir hazırlığınız var?


Seçime hazır olmak son dakika olabilecek bir şey değil uzun bir süreç. Ama evet biz seçimlere her daim hazırız. Uzun zamandır hem kadınların hem erkeklerin kafasında kadının daha fazla var olmasına yönelik bir algı oluşturmaya çalışıyoruz. Bu konuda başarılı olduğumuzu düşünüyorum AK Parti camiası olarak. Ben partimizde 2003’ten beri çalışıyorum ve kadın adaylar açısından en çok talebin olduğu seçimin bu seçim olduğunu görüyorum.


AK PARTİLİ KADINLAR ÇOK İSTEKLİ 


Teşkilatın içinden mi talepler dışarıdan mı?


Dışardan başvurular henüz yok, ama teşkilatta istifa süreçleriyle birlikte başladı. Görüyorum ki teşkilatın her kademesindeki kadın kendini yeterli ve buna hazır hissediyor, denemek istiyor. Sonuçtan öte kendinde bu özgüveni buluyor olması benim için çok önemli.


Mesela bir beş yıl önce olmayan şeyin bu yıl olmasının sebebi ne?


O zamanlarda biz derdik olur musun diye. Kadın aday arardık. Şimdi ona gerek kalmıyor kendiliğinden gelişen bir durum var. Bu işin daha etkin olabilmesi için kurgudan öte kendiliğinden olması çok önemli.


CESURCA ‘BEN DE VARIM’ DİYORLAR


Bunu sağlayan ne? Değişen ne?


Bir sürü şey. Bir defa kabul etmemiz lazım ki çok “sıradan” kadın var içimizde. Evinde oturan, başörtüsü yasakları nedeniyle mesleki kariyer yapamamış çok kırılmış kadın var. Ve bizimle dünyasına pencere açmış kadınlar. Her halükarda, her tür kadının geçtiğimiz seçimlerde siyasette var olabildiğini, seçilebildiğini, bunun bir hayal, bir söylem değil gerçek olduğunu gördüler. Bu talebin bir karşılığının olduğunu gördüler. Bu seçimler öncesinde Sayın Başbakanımızın kadın aday olacak demesinin de çok büyük etkisi var elbette. Daha cesurca ben de varım diyor kadınlar.


Sadece başörtülüler mi?


Hayır, giyim tarzı, yaşam tarzı farklı bütün kadınlar. Biz sadece başörtülülerle çalışmıyoruz zaten. Bütün bu etkenler bir araya gelince çok büyük bir talep oldu seçimlere. Burada en fazla sevindirici olan şey 10 yılda kadınlar açısından bu kadar büyük bir yol almış olmamız. 10 yıl kısa bir süredir aslında.


KADINLAR REKABETE HAZIR


Fatma Şahin AK Parti Kadın Kolları Başkanıyken kendisiyle yaptığım bir röportajda kadınları daha donanımlı dolayısıyla seçimlerde aday hale getirebilmek için bir dizi çalışma yaptıklarını söylemişti. Bu tür teorik çalışmalar da yaptınız herhalde?


Kadınlarla ilgili ana kademeden farklı bir şey yapıyoruz da bu sonucu alıyoruz şeklinde oluşan algı doğru değil. Her iki tarafta da aynı şeyi yapıyoruz çünkü. Evet, Kadın Kolları kadınlara daha korunaklı bir alan açıyor. Kadının gelemeyeceği saatler varsa onun saatlerine, çocuklarına, yaşam tarzına uygun bir alan açıyor. Yoksa Kadın Kollarında başka türlü siyaset ana kademede başka türlü siyaset yok, paralel şeyler var. Eğer “eğitimse” sözü edilen, siyaset akademisi derslerine kadınlar da katılıyor erkekler de. Teşkilat içi eğitimlerimize her iki yapı da katılıyor. Ayrışan değil paralel yürüyen yöntemler bunlar, kadınlara özel değil. Ben başarının da burada olduğunu düşünüyorum. Herkese ait yöntemlerin kadınlar için de uygulanması ve kadınların kendilerini bu eşit rekabetin içinde var edebilmesi önemli.


KOLLARIMIZ ÇOKTAN SIVALI


Kadınlar parti içinde de, seçim sahasında da erkeklerle yarışacakları için eşit koşullarda rekabet vurgusu önemli. Fakat özellikle yerel siyaset hizmet odaklıdır, üst yapıdan çok alt yapı hizmetleri önceliklidir, kolları sıvamak paçayı kıvırmak gerekebilir. Biraz “erkek işi” bir iş olarak görülür o yüzden de belediyeler. Ama sizce de böyle mi? Bu algı kadınların yerelde adaylığını etkiliyor mu?


Öyle değil aslında. Yerel seçimler insan unsurunun çok çeşitlendiği seçimler. Çok fazla insanı çok yakından ilgilendiriyor. Meclis üyelikleri var, belediye başkanlıkları var. Genel seçimlerle kıyaslanmayacak kadar hareketli bir seçim sürecinden bahsediyoruz. Ve yerel seçimlerde kadınlar düşündüğümüzün aksine daha çok var aslında. Şansları daha fazla çünkü. Belediye başkanlığı için belki daha zor ama meclis üyelikleri için çok fazla kadınla ilgili ihtimal çıkıyor ortaya. Hal böyle olunca da ortam daha hareketli. O yüzden yerel seçimlerde kolları daha fazla sıvayanlar kadınlar. Zaten parti üyeliklerini, ev ziyaretlerini bizler yapıyoruz, işlerin rutin devamının sağlandığı noktada biz kadınlar varız. Dolayısıyla her iki seçim de tam bize göre aslında, özellikle çalışma yöntemleri bakımından.


YARALARIMIZLA YALNIZ KALDIK


Kamuda başörtüsü yasağı nihayet kalktı, Başbakan Erdoğan da kadın aday göstereceğiz dedi. Ve lakin AK Parti 12 yıllık bir parti, 11 yıldır da iktidarda. Ki uzun bir süredir. Biliyoruz ki kadınlar partide çok çalıştılar. Kaldı ki bu tabanın kadını Refah Partisi’nin 1994 yerel seçimlerinden başlayarak hep çok çalıştı. Ama hep “mutfak”taydı. Siyasette sadece görünmez emeğiyle değil ismiyle cismiyle yüzüyle var olabilmek için de çok bekledi çok sabretti. Oradaki psikoloji nedir? Bir parti yöneticisi ve hatta bekleyenlerden biri olarak o kadınlara ne diyordunuz bunca zamandır?


Aslında sizi dinlerken yaşadıklarımızı hatırladım, kare kare gözümün önünden geçti. Tabi ki çok ıstıraplı bir süreç. Herkesin kendi yaşadıklarıyla birlikte ağır bir toplumsal yara da var burada ve ben bu yarayı hak ettiği kadar konuşmadığımızı düşünüyorum. Başörtülü kadınlar konuşulurken hep genel üzerinden siyaset üzerinden, toplumsal yara üzerinden yasaklar üzerinden konuşuluyor. Bu yaranın derinliğini anlamak için bireysel hikayelere daha fazla bakmak lazım. Başörtülü kadınlar birbirinin aynı kadınlar değil çünkü. Herkesin çok ağır yaraları var.


Ve sanırım herkes yalnızdı, kendi yarasıyla baş etmek zorunda kaldı?


Öyle oldu. Ve bu hal bir taraftan da müthiş bir sessizlikle karşılandı. Aslında olayın büyüklüğüyle karşılaştırıldığında tahammül edilemez, belki de anlamlandırılamaz bir sükûtla karşılandı. Ben de bazen düşünmüşümdür nedir bu insanları, bizleri bu kadar sabırlı kılan diye?


SABRETTİK AMA DURMADAN DA ÇALIŞTIK


Cevabını buldunuz mu?


Bu aslında her şeyin üstünde bir üst değer için. Belki çok sıradan geliyor bazı insanlara, inanmıyorlar belki ama hakikaten Allah rızası için, dünyadan bir karşılık beklemeden, beklemekle çalışmakla alakalı. Bir karşılık bekliyor olsaydı başörtülü kadınlar, şu ana dek dağları devirip geçerlerdi herhalde. Ama başka bir şey beklediğiniz için, hatta belki de bu dünyada göremeyeceğiniz bir şeyi beklediğiniz için büyük bir sükûnetle, sabırla tüm bu anlamsızlıkları anlamaya çalışarak - dua ederek- elinizden geldiğince çok uğraş veriyorsunuz. Bu hareketin özünde de bu var aslında. Kendi hayatı için, çocukları için, toplumdaki yara için “ben ne yapabilirim” sorusunun cevabını ararken bu kadar aktif hale geldi bu siyasi hareket. Bu acının hafiflemesi için mecburen yaptığınız bir şey. Siyaset bir çıkış oldu belki. “Bir şey yapmalıyım” hali. Aslında bir taraftan da bu kadınlar başörtülü kadınlara atfedilen ne varsa tersini yaptılar.


BAŞÖRTÜLÜLER ALGILARI ALT ÜST ETTİ


Ne gibi?


Başörtülü kadınların edilgen olduğu, karar verici olmadığı, kullanıldıkları (ki en ağır gelen tabir budur) kendi iradeleriyle değil de başkalarının iradeleriyle karar verdikleri, evlerinden çıkmadıkları, eşlerinin sözünden bir gram dışarı çıkamayacakları, hayatlarıyla ilgili kararları hep başkalarının verdiği gibi söylemleri alt üst eden bir çizgileri oldu –gerçek de buydu zaten. Bunun somut olarak görülebildiği mecra da siyaset ve AK Parti de siyaset. Bunun çok müstesna bir başarı olduğunu düşünüyorum.


AK Parti Kadın Kollarının siyaseti mi bu dediğiniz yoksa herkesin tek tek kendi kendine vardığı bir sonucun ardından AK Parti’yle yola çıkma hali mi?


İki taraflı bir şey. Tek taraflı olsaydı bu kadar etkili olmazdı. Bir tarafta böyle bir talep var, kendiliğinden bir yöne doğru gitmek isteyen, hedefe odaklanmış. Biz onun çatı örgütüyüz aslında, bu fikri somutlaştırıyoruz, yönlendiriyoruz. İki taraflı bir etkileşim var.


AK PARTİ’DEKİ İYİ NİYETİ ÇABAYI GÖRDÜLER


Eylem kısmı tamam. Sabır kısmı nasıl oluşuyor peki?


Orada da öyle. Geçtiğimiz seçimlerde “başörtülü aday yoksa oy da yok” kampanyası vardı biliyorsunuz. Karşılık bulmadı mesela. Ben evvelden de düşünmüşümdür bağımsız adaylık meselesini. Fakat burada çok fedakârca bir tavır görüyorsun. Canın acıyor yaşadıklarından dolayı fakat her şeye rağmen kendi gücünü bölmemek için yapmıyorsun, iyi niyeti, AK Parti’nin, Hükümetin, Sayın Başbakanımızın sorunu çözmek için ne kadar gayret sarf ettiğini, hangi engellerle karşılaştığını görüyorsun ve bunun dayatmayla değil kendiliğinden olacağı günü beklemeyi tercih ediyorsun. Kadınlar da bunu tercih ettiler. Çok itidalli değil mi bu?


‘BAŞÖRTÜLÜ ADAY YOKSA OY DA YOK’


Ben de destekledim kampanyayı. Kadınların sadece AK Parti’ye değil tüm siyasi partilere ve Türkiye genel kamuoyuna siyasi iradelerinin kendilerinde olduğunu, Türkiye’de bundan böyle başörtülülere rağmen siyaset yapılamayacağını, bu ayıbın herkese ait olduğunu göstermek, sistemi başörtülülerin siyasi varlığına hazırlamak, o ayıpla yüzleştirmek bakımından değerli buldum…


Orada mesele oy yok denmesiydi zaten. Başörtülüleri siyasete çağırmak için kampanyanın yapılması tamam ama iki uç arasında gitmeye gerek yoktu. Kurgusu böyle olsaydı belki daha etkili olacaktı. Aslında başörtülü meclis üyelerimiz geçen seçimde de vardı. Zaten seçimle ilgili yasak da yoktu.


BAŞÖRTÜLÜLERİN ADI YOKTU ARTIK SİYASETTE DE VARLAR


5. Demokratikleşme Paketinden kamuda başörtüsüne serbestlik kazandıran bir madde de çıktı ve yürürlülüğe de girdi. Bunun şimdi olması sizin ifadenizle “kendiliğinden olma” hali midir?


Yaşarken görüyoruz aslında değişimi. Son on yılda çok şey değişti. Ben geçmişte TV programı yaptım. 98- 2001 arasında 28 Şubatın çok etkili olduğu dönemlerdi ve başörtülü kadınlarla ilgili müthiş bir yok farz etme durumu vardı. Her gün TV programı yapan biriydim, sesimle yüzümle tanınırdım ama benimle ilgili haber yapılacağı zaman adım telaffuz edilmezdi. Bir başörtülünün yaptığı program denirdi. Bir grubun bir parçası olarak görülürdüm. Birey olarak algılamama, kabul etmeme problemi vardı başörtülü kadınlarla ilgili. Veya program yaptığımız kanallar dışında diğerlerinde adımız geçebilir miydi, konuk olabilir miydiniz, fikrinize başvurulabilir miydi?


BAŞÖRTÜSÜNÜ ÖNCE TOPLUM BENİMSEDİ SONRA SİYASET


Hele de başörtüsü sorunu dışında…


Evet, hala da kısmen öyle, başörtülü kadınlar sadece başörtüsü üzerine konuşurlarmış gibi. Bu algıdan fevkalade rahatsızım. Her konuda fikir sahibiyiz çünkü. Günbegün önce toplumda bir şeyler anlaşıldı. AK Parti iktidarının en önemli sonucu bence toplumun her kesiminden insanı aynı tavır içinde ele alması. O yüzden evvela meseleyi anlamak isteyen muhataplar kısmen de olsa önce bir anlama çabasına girdiler. Kendi görüşlerine yakın kadınlardan başladılar anlamaya. Zamanla öyle ya da böyle aynı masada oturur konuşur oldular, daha eşitler arası bir ilişkiye döndü. Bu olmadan da bugüne gelmek mümkün değildi. Yasaklar kalkınca yazılanlara bakıyorum, o kadar az kişi kalkmasaydı dedi ki. On sene evvel böyle olmazdı. Olmayacağını biliyorum.


GÖRECEKSİNİZ, CHP DE BAŞÖRTÜLÜ ADAY GÖSTERECEK


O hal toplumsal siyasi psikolojik şartların olgunlaştığı an mıdır yani?


Kendiliğinden denilen şey bu. Toplum meseleyi önce kendi içinde çözdü, değişiklik de bir nokta koymak oldu. Çok önemliydi. İnanıyorum ki bu seçimlerde CHP dahil tüm siyasi partiler başörtülü aday gösterecekler. Bunun başka yolu yok Türkiye’nin gerçeği çünkü bu.


YÜKSEK YARGININ DİNE BAKIŞI NÖTR DEĞİL


Yasal olmayan bir yasağın işletilmiş olması da tuhaf bir açmaz değil miydi zaten?


Evet. Evvela toplum içinde çözüldü sonra siyaseten diyoruz ama Türkiye’de bir bürokratik elitin olduğunu, yüksek yargıdaki süreçleri de unutmamak lazım. Esasen yasak olmayan bir yasakla yaşadık bunları biz. Yönetmeliği okuyan da görmüştür zaten ne kadar komik, ne kadar küstah olduğunu. Çok rahatsız ediciydi. Mesela tırnağı, etek boyu, yırtmacı kontrol edilen bir kadın ya da bıyıkları cetvelle ölçülen bir erkek görmedim ben şimdiye kadar. Bunlar yapılmasın da zaten. Ama yasak yüzünden peruk takan kadınların peruklarını çekiştirdi müfettişler. Her şeyden öte ne kadar gayri insani bir şeydir bu! Kadın erkek ilişkisi açısından da öyledir ayrıca. Bunun ne kadar tek tipleştirici bir yapı olduğu ortada değil mi, o yönetmelikte belirtilen hiçbir şeyi uygulamıyorsunuz ama sadece görev mahallinde başı açık ibaresini ısrarla dayatıyorsunuz. Ben yüksek yargı kararlarındaki din algısı üzerine bir tez yazdım. Yüksek yargıda belli bir din algısı olmadığı, yargının tamamen nötr bir bakışa sahip olduğu gibi bir tez var ama gerçek öyle değil. Kafalarındaki tanımlanmış belli bir din algısının her kararda kelime kelime tekrar edildiğini, bu keyfî yaklaşımdan yola çıkılarak onbinlerce insanın hayatının alt üst edildiğini görüyoruz. Barolar Birliği de bu kararlara atıf yapıyordu. Hala da bunu savunan çok az kurumdan biridir. Sonuç olarak eş zamanlı olarak toplum, askeri-sivil bürokrasi, yargı yol aldı, bunların hepsi bizi bugüne hazırladı.


EŞ BAŞKANLIK VE ZİHNİYETLER


Eş başkanlık sistemi fiilen vardı, paket buna yasal bir yol açtı. BDP hattında siyaset yapan bütün kurumlarda eş başkanlık var ve eş başkanlardan biri mutlaka kadın. Eş başkanlığın kadının siyasetteki yerine katkısı ne olacak? Ve AK Parti’de kadına eş başkanlık yolu görünüyor mu?


BDP'de kadına çok önem atfedildiği dile getiriliyor ve BDP siyasetteki başarısını büyük ölçüde siyasî öncülük yapan kadınlara borçlu. Ancak yapılan bir çok araştırmada BDP'nin kadın desteğinin erkeklere oranla belirgin şekilde düşük olduğunu görüyoruz. Bölgede kadınlar üzerinden bir dönüşüm sağlamak istedikleri açık. Bu sebeple eş başkanlığı fiilen partide uyguluyorlardı. Bizde kadınlar diğer siyasi partilerle kıyaslanmayacak kadar hâkimler, varlar ama yönetim kademesinde yeterince temsil edildikleri söylenemez. Olması gerekir. Bunun yasal bir alt yapıya kavuşacak olmasını önemsiyorum ama tek başına bu değil, bir zihniyet değişimiyle beraber olması gerekiyor bunun.


PAKETTEN TÜRBAN ÇIKTI DİYENLER KASITLI


“Paketten sadece türban çıktı, paket türbanın kılıfı ” diyenlere cevabınız ne olur?


Türban tanımı yanlış ve kasıtlı, önce bunu vurgulamak isterim. Amaç sadece başörtüsüne serbestlik kazandırmak olsaydı şimdiye dek çok kereler çıkardı. Pakette çok madde var ve her birinin kendi ağırlığı var. Biri diğerinden değerli ağırlık öncelikli değil. Fakat başörtüsü meselesi yıllardır o kadar yaygın olarak konuşulan bir konu ki, bunu biraz daha fazla öne çıkarmak galiba daha cazip geliyor bazılarına. Bunun siyasi tarafgir bir paket olduğunu söylemek için argüman olarak kullanılıyor bu. Hiç katılmıyorum, yönetmelikte uygulanmasa da pek çok sınırlama vardı, bunu sadece başörtülü kadınlar üzerinden gündeme getirmek büyük haksızlık.


İSTEYEN İSTEDİĞİNİ GİYSİN TABİ Kİ


Başörtüsüne özgürlük getirdiler ve hemen peşinden bakın kadınların dekoltelerine karışmaya başladılar tartışması var malum. Öyle mi gerçekten? Kadın giyiminin bir sınırı olmalı mı sizce?


İsteyen istediğini giyebilir, tabi ki. Fakat niye meseleleri hep karşıtlık üzerinden konuşuyoruz, ben bu şekilde tartışmayı yanlış buluyorum. Başörtüsüyle ilgili yönetmeliğin değiştiği gün bu kadar önemli bir konuyu bile tadına vararak konuşamadık. Hemen yanına bu yasak kalkınca başka insanların hayatına yasak girecekmiş kaygısının bu kadar öne çıkarılmasını anlayamıyorum.


BAŞI AÇIKLARA BASKI OLSA ÖNCE BEN ONLARA DESTEK OLURUM


Sonuçta AK Parti sözcüsünün bir ifadesi üzerinden yürüyor tartışma?


O programdaki ifadelerden bu neticenin murad edilmediği kanaatindeyim. Sorun sadece o ifadede değil, abartmada da kasıt buluyorum. Ben üniversitede başörtülü değildim, başörtüsü üzerine kafa yormam okula sınava girişte bana izin verilirken başörtülü arkadaşlarıma izin verilmemesiyle olmuştur. Ve ben de o sınava girmek istememişimdir. ODTÜ’deki olayda olan da bu. Asıl mesele, başörtülülerin ya da bir grubun bu kadar büyük mağduriyeti karşısında kitlenin sessiz tepkisiz kalmış olmasıdır. Bugün de birbirimizin yarasını iyileştirmek için beraber gayret sarf etmeliyiz. O yüzden ben bu iki konuyu ayrıştırmak istiyorum. Başörtüsüne özgürlük geliyor diye bir grubun veya başka kadınların hayatına kısıtlama geleceği kaygısını yapay, üretilmiş bir kaygı olarak görüyorum. Eğer öyle bir şey olacaksa önce ben başörtülü bir kadın olarak bu arkadaşlarımın yanında olurum. Hiçbir kadının kılık ve kıyafetinin yargılanmasına tarif edilmesine ayrımcılığa uğramasına –mesleğini icra etmek olabilir, rahatça sokakta gezmek olabilir- tüm bunlara temelden karşıyım. Bu tartışmada bence mesele büyütülerek başka bir zemine çekildi. Hayatta hiçbir sınırı olmayan bir özgürlük yok. Tarif edildiği yerler var. Ekran da böyle. Amerika’nın yayıncılık tarifiyle İngiltere’ninki ya da Japonya’daki aynı değil. Bu ülkelerin hem yerel sınırları, hem uluslararası kriterler var. Halk kanalları, ücretli kanallar,  sınırsız yayın yapan ama şifreli kanallar var ve her birinin kendince kuralı var. Bunlar üzerine konuşuyor olmak da suç olamaz. Herkes kendi fikrini söyleyebilmeli, doğru mecralarda.


TARTIŞMA BAMBAŞKA YERE ÇEKİLDİ


Nedir bu mecralar?


Kurullar olabilir, şikayet mekanizmasının işletildiği yerler olabilir, kimi rahatsızlığını gazeteye yazar kimi RTÜK’e şikayet eder, kimisi başka eylemlerde bulunur. Bunların her birini yapmaya insanların hakkı var. Ama bunları tartışmak da yasakçılık değildir. Bir TV kanalı da sunucusunun kıyafetini değerlendirebilir , bu da tartışılabilir olmalı. Kendi partimin bakışaçısında gördüğüm şu: Kadınların kıyafetiyle ilgili hiçbir sınırlama engelleme yok. Bu kadar zaman bununla itham ediliyorsunuz ama kıyafetinden dolayı bir toplantıya bir sınava okula alınmayan hiç kimse ne gördüm duydum ne okudum. O yüzden bu tartışmayı yapacaksak da karşılaştırarak değil, konuları ayrıştırarak sağlıklı bir mecrada yapalım.


ÜÇ ÇOCUK İÇİN ANNEYE DESTEK ŞART


Kadının annelik ve aile içi rollerini de önemseyen ve 3 çocuk politikası güden Hükümet bir yandan da buna ilişkin bazı çalışmalar yapıyor. İş dünyası ise bunun kadın istihdamını olumsuz etkileyeceğini söylüyor. Siz ne düşünüyorsunuz?


Zor bir konu, ama şu bir gerçek: Türkiye’de anne olma yaşı yükseliyor. Bunun beraberinde hem sosyal hem ekonomik problemler getirdiği muhakkak. Anne olmak gençken daha kolay altından kalkılabilecek bir yük. Hal böyle olunca teşviki gerekiyor. Şu an genç bir nüfusa sahip olmakla beraber Türkiye nüfusu hızla yaşlanıyor. Bizi bekleyen önemli bir tehlike bu. Avrupa ülkeleri, Amerika, Rusya da kadınları anne olmaya teşvik ediyor. Bu da ortak bir fedakârlık gerektiriyor. Çalışan anne olmak çok zor, ben de yaşadım biliyorum. Süt verme süresiyle, doğumdan sonra işe dönüşle alakalı iş dünyasıyla kamunun iş birliğine gitmesi, ortak bir yol bulması lazım. Yoksa kadının işi gerçekten zor, fiziki zorluk dışında duygusal olarak da zorlanıyor anneler bebekleriyle yeterince ilgilenemeyince.


HAKİM OLMAK İSTİYORDUM AMA…


Biraz da sizi tanıyalım isterim. Kimsiniz diye sorayım evvela. Nerelisiniz, ne okudunuz, AK Parti öncesinde siyasetle bir bağınız var mıydı? Ne oldu da girdiniz siyasete?


Tokatlıyım, öğretmen bir anne babanın çocuğuyum. Okumaya odaklandırılmış bütün hayatı bunun üzerine kurgulanmış klasik bir çocukluk. Bunun için kendimi hep şanslı hissettim. İyi bir öğrenciydim. Hukuk fakültesini tercih ettim, hakim olmak istiyordum açıkçası.


Olamayışınızın nedeni başörtüsü yasağı mıdır?


Tamamen tek sebep bu… Başörtüsü meselesi hayatımda pek çok şeyi değiştirmeme sebep oldu. Staj yaparken çok ciddi sorunlarla karşılaştım. Başka bir şey yapamayınca TV programı yapmaya başladım. Okuyup yazdım bu süre içinde. Kadın meselesi hep ilgimi çekti. TV programı yaptım, kadın sorunlarıyla ilgili bir merkez kurdum. Bunlar devam ederken davet edildim siyasete. Önce genel merkez kadın kollarına sonra AK Parti İstanbul il teşkilatına geldim. Partinin kurucularından değilim ama kadın kollarının kurucu ekibindenim. Üç dönem yönetim kurulu üyeliği yaptım ki en uzun süre üyelik diyebilirim. Televizyon geçmişimden dolayı altı yıl tanıtım medyadan sorumlu il başkan yardımcılığı yürüttüm İstanbul’da. Bir buçuk yıldır da İstanbul Kadın Kolları başkanıyım. Siyasi seyir böyle. Planlı değil ama yaptığım her işin beni buraya getirdiğini hazırladığını görüyorum.


SİYASİ KARİYER PLANLAYAN BİRİ DEĞİLİM


Siyaset yapma amacınız ne?


Hayata dair bir şey söylemek istemem. Hep böyle bir arzum vardı. Siyaset de bunu söylemenin en doğru mecrası bence.


Milletvekilliğiyle ilgili tavrınız nedir, davet edilerek ya da talip olarak?


Böyle bir plan, bir kurgu içinde yaşayanlardan değilim. Ben hayata hep şöyle bakıyorum. Avukatlıktan öğrendiğim bir şeydir bu: Bir işi iyi yaparsanız bir sonraki kendiliğinden gelir. Ben bulunduğum yerde işimi iyi yapmaya bakıyorum. Bunu yapayım sonra şu taşa basayım da şuraya atlayayım gibi bir plan içinde değilim, hiç bir zaman da olmadım. Bu akış içinde olabilir, niye olmasın. Ama oraya dönük bir gayretim yok.


Şu an Türkiye’nin en mühim meselesi nedir sizce?


Demokrasi algısının rayına oturması. Hala sen ben, senden benden bakışı var. Gerçek demokrat bir bakış açısı oturabilirse temel sorunlarımızın çözümünün kolaylaşacağına inanıyorum. Bunun yolu yeni bir anayasa yapmaktan geçiyor.


Y KUŞAĞINDAN ÜÇ OĞLUM VAR


Gezi gençliği üzerinden yürüyen bir anlama-anlayamama tartışması ve yeni kuşağın taleplerinin siyasete tercümesiyle ilgili bir mevzuu var malum. Y kuşağı annesi olarak sizin öneriniz ne?


Benim üç oğlum var. Büyük çocuklarım ikiz ve 22 yaşındalar. Küçük oğlumsa 20 yaşında. Çocuklarımla hiçbir zaman temel bir tartışma yaşamadım açıkçası. Hayata dair çok şey öğrendim onlardan. Çatışma yönetememe, çocuğuna söz geçirememe gibi bir sorunumuz da hiç olmadı doğrusu.


GEZİ SÜRECİNDE NAHOŞ ŞEYLER OLDU, GÜNDEME TAŞIMADIK SUSTUK


Neden olmadı? Olması normaldir denecek kadar yaygın bir durum bu, hemen her çağda.


Annemden babamdan gördüğümü yapıyorum aslında, geleneksel yöntemleri de önemsiyorum. Çocuk ve anne baba arasındaki temel ilişki güven ilişkisi bence. Çocuğunuza küçüklüğünden itibaren onun ilerde bir yetişkin olacağını görerek davranır, onun çocukluktan her geçen gün çıktığını fark ederseniz, onun sizden farklı biri olduğu gerçeğini kabul ederek –hayali bir bakış açısıyla değil gerçeğini kabul ederseniz sorun olmuyor. Gördüğüm şey; bir insan bebekten nasılsa yetişkinliğinde de o oluyorlar. İkiz büyüttüğüm için de görebiliyorum bunu. Aynı anda dünyaya gelmiş iki evlada aynı şeyi yediriyor aynı şeyi giydiriyor, benzer tepkiler veriyorsunuz ama iki farklı evlat çıkıyor karşınıza. Bunu görüyorsunuz zaten. Gün be gün çocuğunuzla birlikte bir hayat inşa etmiş oluyorsunuz. Ruhunu önemseyip onu kale alırsanız çocuk da size cevap veriyor aslında. Allah’a çok hamd ediyorum. Benim gördüğüm şey, Türkiye’de tek tip gençlik yok. Gezi’ye giden çocuklar var -onların taleplerini de anlamaya çalışıyorum ama onlar gençliğin tamamı değil. Farklı gençlikler de var. Ben ne korkutucu bir tablo, ne nesiller arasında devasa bir çatışma görüyorum. Ama Gezi’de iyi niyetlerle masum başlayan bir eylemin, bir kurguyla nasıl bambaşka bir yere taşındığını da gördük. O süreçte konuşulmayan pek çok nahoş şey yaşandı, Ak Parti olarak pek çok şeyi kamuoyuna taşımadık kapattık.


İYİ YETİŞMİŞ BİR GENÇLİĞİMİZ VAR


Ne gibi, Kabataş olayı gibi mi?


Kat kat fazlası. Öyle nahoş şeyler yaşandı ki. Bebeğiyle giderken arabası sarsılan, başı zorla açtırılan, yemek yediği restorandan çıkartılan, ya da hiç içeri alınmayan… Bir sürü olay var böyle. İnsanımız sağduyuyla üstünü örtüler. Farklı yaşam biçimlerinden hareketle devasa bir sorun çıkarmaya dönük bir çabanın ve alt yapının olması bence asıl sorun. Yoksa gençlerle ilişkin bir problem görmüyorum. Bilakis iyi yetişmiş, kendini iyi ifade eden güzel genç bir nesil var ve orada da çok çeşitlilik var gençliğin doğası gereği, öyle de olmalı zaten. Bunların hepsi eşit oranda kendini ifade edebilmeli, taleplerini dile getirmeliler. Artık siyasi faaliyette yaşlar çok aşağı çekildi. Talep ve itirazları siyasete taşımanın yollarını aramalılar. Bunu önemsiyorum. Bunu hiç ürkütücü bir tablo olarak da algılamıyorum. Benim ürktüğüm bu çocukların masumiyetinden büyük bir olay devşirmeye çalışan zihniyet.