AK Parti neden oy kaybetmiyor?

Seçim mitinglerini, yapılan konuşmaları ve tabii yayınlanan anketleri takip etmeye çalışıyorum. Tam şu sıralar açıklanan, sızdırılan ya da maksatlı sızdırılan ve açıklanan ‘anketlere’ pek itibar edilmeyeceği açık. Ama ortaya yayılan oranları, rakamları mitinglerdeki kalabalıklar, yapılan konuşmalar ve toplumdaki genel moral ile karşılaştırdığınız zaman, benim ulaştığım sonuç, AK Parti’nin, aralık ayından sonra düşen oy oranının şubat ayında ve şu an içinde bulunduğumuz günlerde tekrar yerine geldiği hatta arttığı yönünde. Mesela benim güvendiğim araştırma şirketi KONDA’nın 17 Aralık’tan sonra yaptığı çalışma, en azından, AK Parti’nin 2011 seçimlerindeki konumunu koruduğunu gösteriyor. Her ne kadar bu anket için KONDA yetkilileri, bunun 160 sayfalık bir rapor olduğunu, özellikle 30 Mart Yerel Seçimleri için yaptıkları bu çalışmadan AK Parti’nin yüzde 50’ye tekrar dayandığı gibi bir ‘genel’ sonucun çıkartılamayacağını, bu konuda kendilerinin hiçbir ‘resmi’ açıklama yapmadıklarını söyleseler de, bize miting alanları ve gittiğimiz  her yer -mahalle ve köy kahveleri, katıldığımız panel ve konferanslar vb- KONDA’nın ‘resmen’ doğrulamadığı sonucu bize doğruluyor. Mesela CHP’nin Rize mitinginde destek için değil de, merak ve tepki için gelen yurttaşların miting kalabalığının üç katı olduğu söyleniyor.

Sosyologlar ve siyaset bilimciler çözemiyor (mu)

Bununla ilgili Prof. Dr. Talip Küçükcan dün tam şöyle bir tivit yazdı; KONDA araştırması iki kişiden biri iktidar partisini destekliyor diyor. Sosyolog ve siyaset bilimciler ‘niçin’ sorusunu hâlâ cevaplayamadı.’ Bu gerçekten önemli bir soru. Ancak bir iktisatçı için bunun cevabı bence açık. AK Parti’ye bu denli umut bağlanmasının arkasında çok güçlü bir ekonomik beklenti var. Bunu şöyle açıklayabiliriz:

AK Parti gerçeği...

Kapitalizmin geçerli olduğu bir toplumun, ülkenin ekonomisini cari verilerle ele almak için üç temel alana bakarsanız; a) Kamu (devlet) alanı b) Özel Sektör-işletmeler- alanı c) Hanehalkları alanı... Genellikle ilk iki alanla hanehalklarının ekonomisi ters yönde işler. Yani kamu ve şirketler ekonomisinin genel çıkarları ile hanehalklarının genel çıkarları çatışır. Örneğin Britanya’da sanayi kapitalizmin ilk sermaye birikim döneminde devlet, yoğun sömürü koşullarını, fiziki altyapıyı ve hukuki üst yapıyı oluşturarak sağlamıştır. Ancak bu, bir genel işleyiş mekanizmasıdır. Belli dönemlerde devlet, kamusal ekonomi alanını, hanehalkları lehine genişleterek gelir dağılımını ve genel refahı yukarı çeken bir rol de oynar. Kara Avrupası’nda, 2. Dünya Savaşı sonrası refah devleti ve ABD’de yine new-deal ve sonrası yeni orta sınıfın yaratılması böyle bir süreçtir.

Bu, aynı zamanda, hanehalklarının ev, araba gibi temel tüketim mallarına ulaşmasını kolaylaştırır ve sistemin ekonomik olarak talep yönlü devamını da sağlar. Devlet ve hanehalkları ekonomisini barıştıran süreçleri Avrupa’da çoğunlukla sosyal-demokrat partiler üstlenmiş ve batı ‘refah toplumu’ sürecinin, siyasi olarak içini de doldurmuşlardır. Ancak Batı’da bu süreç, seksenlerde iflas etti. Bu iflas, batı tipi sosyal-demokrasinin iflah olmaz krizini de beraberinde getirdi. Şimdi bu süreç, Türkiye’de, AK Parti dönemine değin, olması gerektiği gibi olmuştur. Yani devletin ekonomisi, tekelleri daha da tekelleştirip, gelir dağılımını hanehalkları ekonomisi aleyhine bozacak şekilde işlemiştir. Devlet, siyasi olarak en geniş kesimleri baskı altında tutan bir araç olurken, ekonomik olarak da, hanehalklarından, tekelci sermayeye gelir aktaran mekanizmaları oluşturmuştur. Üstelik bu mekanizmaların oluşturduğu soygun öyle büyük olmaktaydı ki, ülke her üç ya da dört yılda bir iflas etmekte ve devreye yeni bir IMF anlaşması sokulmaktaydı.

Yeni refah devleti (mi)

İşte Türkiye’de yaklaşık altı yıldır -2008 yılından beri- AK Parti iktidarları bu süreci tersine çeviriyorlar. Yani AK Parti, erken altmışlı yıllardan itibaren Avrupa’da başlayan refah devleti iktisadını, günümüz koşullarında Türkiye’de oluşturmaya çalışıyor. Aslında bir noktada bunun yeni bir new-deal olduğunu da söyleyebiliriz. Biliyorsunuz, ABD’de 1935’ten itibaren, Başkan Roosvelt’in başlattığı yeniden inşa politikalarıdır new-deal. Bu politikalar, orta sınıfın üzerindeki savaş tahribatını alacak sosyal ve anti tekel düzenlemeleri ağırlıklı olarak içeriyordu. Şimdi benzer bir arayış hatta uygulama gelişmekte olan ülkeler için gündemde... Örneğin geçen yıl St. Petersburg’da yapılan G-20 zirvesinde, gelişmekte olan ülkelerin anti-tekel düzenlemeleri, gelir dağılımını düzeltecek sosyal politikalarla birlikte uygulaması ve Doğu ülkelerini de gözetecek korumacı olmayan yeni bir ticaret politikasının devreye girmesi ağırlıklı olarak konuşulmuştu. Ancak tabii ki bu çok önemli değişimi ülkesi için yapacak siyasi iktidarın bu farkındalığa hatta yeni bir ideolojik-siyasi bakışa sahip olması, halkın iradesine bu anlamda sahip çıkması gerekir.

İşte AK Parti, özellikle Erdoğan’ın ısrarı ile ve 2008’den sonra GAP Eylem Planı, düşük faiz politikası ve KOBİ destekli ihracat anlayışı gibi çıkışlarla adeta, gelişmekte olan ülkelerin tümünde örnek olacak bir yöne girmiştir. Yapılan altyapı yatırımları, sağlık ve ulaştırma adımları bu yönü daha da görünür kılmıştır. Belki Türkiye tarihinde ilk defa devlet, ekonomik tercihini hanehalkları ekonomisinin hızlı bir şekilde iyileştirilmesi yönünde kullanmış ve bunun için de, şirketler ekonomisinden hanehalkları ekonomisine gelir aktaracak mekanizmaları devreye sokmaya başlamıştır. (Şu an döviz borçlusu özel sektördür, hanehalklarının döviz fazlası var.)

Muhalefet: Niçin öldüğünü anlayamadan ölmek!

Örneğin Rekabet Kurumu’nun çalıştırılmaya başlanması, tekellerde yapılan vergi denetimleri, büyük ihalelerde, şimdiye değin, bu tür ihaleleri alan tekelci yapıların dışında kamu yararına yeni oyuncuların ortaya çıkması ve bunların büyük ihaleleri almaya başlaması, eğitime, sağlığa ve ulaştırma altyapısına ayrılan büyük bütçeler... Kamu bankalarının halkın ve küçük işletmelerin durumunu düzeltecek adımları atması -faizleri aşağıya çeken rekabetçi bir piyasa oluşturmak gibi- Bunun dışında tabii ki enerji politikalarında ve dış politikada topyekun büyük değişim...

Evet, ekonomi!

Şimdi bütün bu gelişmeleri, siz görmek isteseniz de, görmek istemeseniz de, halkın büyük kısmı görüyor ve bunun bu şekilde devam etmesini istiyor. Bunu devam ettirecek kararlı bir siyasi iradeyi de Erdoğan’da somutluyor.

Şunu da söyleyeyim; bu yolu örneğin muhalefet, daha kararlı ve hızlı yapacağını anlatıp halkı inandırsın, AK Parti hızla düşer.

Ancak şimdi düşünün CHP, TANAP gibi bir projenin aslında ne olduğunu ya da Marmaray’ın ya da Bakü-Tiflis-Kars demiryolunun, yeni GAP’ın ne anlama geldiğini anlayacak ve AK Parti iktidardan olursa, onun kaldığı yerden devam edecek. Bu mümkün değil, çünkü böyle bir akıl yok orada...

İşte bunun için, AK Parti’nin yüzde elli ortalamasını uzun müddet koruyacağını düşünüyorum. Sosyolog ve siyasetçi arkadaşlar için bilemem ama biz iktisatçılar için denklemin çözümü şu ünlü deyiştir: It’s the economy stupid!