AK Parti otoriter mi?

Libya ve Mýsýr’ýn demokratikleþme serüveni, Türkiye ile kýyaslanmayacak bir noktada... Arap baharý, iradesi yok sayýlan, ezilen, dýþlanan büyük kitlenin siyasi iktidarý belirleyen bir konum elde etmesini saðladý. Devrimi destekleyen halk kalabalýklarý siyasi tercihlerinin yönetime yansýmasýndan, kendi kontrollerinde siyasi iktidarlar oluþmasýndan memnun görünüyorlar. Ancak Mýsýr’daki yaþanan son sýkýntýlar, demokratikleþme sürecinin daha zaman alacaðýný, toplumdaki kesimler arasýndaki kutuplaþmayý yumuþatacak bir siyaset üretilmesi gerektiðini gösterdi.

Aslýna bakarsanýz, Mýsýr veya Libya’dan gelerek Türkiye tecrübesini anlamaya çalýþan siyasetçiler, akademisyen ve kanaat önderleri demokrasinin farklý tezahürlerini görünce biraz þaþkýnlýkla da karþýlayabiliyorlar. TBMM’deki tartýþmalara bakýldýðýnda her konunun çok ileri noktalarda tartýþýlabildiði, hükümetin yerden yere vurulabildiði, çok aykýrý görüþlerin bile serbestçe dile getirilebildiðini görülüyor. Medya’daki eleþtirilere, tartýþmalara, polemiklere bakýldýðýnda da demokratik hoþgörü ve toleransýn onlara göre þaþýrtýcý boyutlarda olduðu anlaþýlýyor. Türkiye’nin kendi standartlarý açýsýndan baktýðýmýzda da bugün normal ve hatta eksik görülen durumun, geçmiþle kýyaslanamayacak kadar ileri bir noktada olduðu muhakkak...

AK Parti iktidarý, Ýslam-demokrasi iliþkisi açýsýndan bölgesine pozitif bir örnek oldu, demokrasinin sadece seçimlerden ibaret olmadýðýný gösterdi. Yani bu iliþki þekilsel bir durumu deðil, öze ve muhtevaya yönelik bir dönüþümü içeriyor.

Bununla birlikte son dönemde hükümetin attýðý kimi adýmlar üzerine ‘otoriterlik’ tartýþmasý yapýlýyor. Hükümetin toplumun çoðunluðunun desteðini alarak toplumun geneline tercih dayattýðý, kültürel alanda devletin hegemonik gücünü gösterdiði, bir nevi yukarýdan aþaðýya bir dayatmayla toplumu dönüþtürmeye çalýþtýðý gibi iddialar sýralanýyor.

Doðrusu, iktidarý destekleyen büyük kitlenin bu görüþte olmadýðý söylenebilir... Acaba görüþlerinin dikkate alýnmadýðý ve kendilerine çoðunluðun tercihlerinin dayatýldýðý iddia edilen görece azýnlýktaki kesimler böyle mi düþünüyor? Ondan de emin deðilim. Özellikle azýnlýklarýn böyle bir düþüncesi olmadýðý görülüyor. Ancak geçmiþte AK Parti’yi desteklediði halde kendi marjinaldüþünceleri istikametinde hükümeti yönlendiremediðinden rahatsýzlýk duyan, hükümetin iradesine ipotek koymak isteyen, adeta hükümet üzerinde ‘efendilik’ taslayanlar da yok deðil. AK Parti, farklý kesimleri kucaklarken rahatsýzlýk duymayanlar, sýra dindar kesimin sorunlarýna eðilmeye geldiðinde rahatsýzlýk duymaya baþlýyorlar.  

4+4+4 ve Kur’an dersi gibi konularda laikçilerin yaptýðý yaygara, toplumun dindarlaþtýðý, iktidarýn devlet marifetiyle toplumu dindarlaþtýrmaya çalýþtýðý, dini tercihleri umuma dayattýðý yönündeydi. Oysa hükümetin attýðý bu adýmlar 28 Þubat postmodern darbe sürecinde toplumun gaspedilen haklarýnýn ve ortadan kaldýrýlan özgürlüklerinin iadesinden baþka bir þey deðildi. Bu ‘normalleþme’ bile bir kesim tarafýndan ‘dindarlaþma’ diye takdim edildi, dindar kitlenin tercihlerinin görünür hale gelmesi bir tür ‘mahalle baskýsý’olarak lanse edildi. Onlara göre Müslüman birey, laikçi elitin yaþam tarzýna tabi olmak, onun mutlak hakimiyetini kabul etmek durumundaydý. Bunlarýn yýllardýr yok etmeye çalýþtýðý ‘Ýkinci sýnýf’ yaþam tarzlarý özgürleþemezdi.

Laikçi seçkinlerin bu çarpýk anlayýþýna son dönemde ‘liberal seçkinlerin’ ‘devlet marifetiyle dindarlaþma, tercih dayatma’ söylemleri eklendi. ‘Býrakýnýz yapsýnlar’ felsefesini savunanlar, adeta ‘çok da ileri gitmeyin’ diyorlar. Ýktidarýn hak ve özgürlük alanýndaki adýmlarý, daha öncekilerin yaptýðý gibi bir devlet merkezli bir ‘Ýslamcýlýk projesi’ gibi gösteriliyor. Oysa iktidarýn ne kimsenin yaþam tarzýna müdahale ettiði var, ne içkisine, ne giyimine karýþtýðý...Siyasi iktidar amorf, deðerden azade, kültürel ve manevi dinamikleri olmayan, sadece milletin maddi ve pratik meselelerinin hizmetkarý olarak konumlandýrýlýyor.

Devletin, ailenin ve gençlerin korunmasý, milli manevi deðerlerin pekiþtirilmesi gibi ‘sosyalleþtirme’ fonksiyonlarý bir tür ‘mühendislik çabasý’ gibi algýlanýyor.

Eðer iktidar tek tipçi, tercih dayatan, toplumdaki farklýlýklarý yadsýyan bir anlayýþla hareket etseydi, gerçekleþtirdiði reformlar tek bir kimlik özelliðini geliþtirmeye, onun haklarýný gözetmeye endeksli olurdu.

Oysa atýlan her adým, toplumdaki farklýlýklarýn hassasiyetlerini gözeterek atýlýyor. Örneðin seçmeli din dersi konulduðunda farklý din mensuplarýna Ýslam’i pratikleri aþýlamayý deðil, onlarýn kendi dinlerini öðrenmelerini esas alan düzenleme getiriliyor.

Demokrasinin nicelik deðil niteliðe dayandýðý, çoðunluðun sayýsal üstünlüðünden ziyade temel hak ve özgürlüklerin öne çýktýðý biliniyor.

Öyle olmasa hükümet diðer din mensuplarýnýn haklarý için kendisi adým atmaz, anket yaptýrýr veya referanduma giderdi. Belki de toplumun çoðu Yeþilköy’de kilise için arsa tahsis edilmesine sýcak bakmazdý. Ama bu hükümet gerektiðinde azýnlýklarýn vakýflarý için doðru inandýðý adýmý atýyor ve gayrimenkulleri iade ediyor, gerektiðinde inançlarýný daha iyi yaþayabilmeleri için kilise arsasý tahsis ediyor. Bunu yaparken ne muhalefetin çatlak seslerine ve hazýmsýzlýðýna bakýyor, ne toplumda yükselebilecek muhalif sesleri dikkate alýyor, ne de Yunanistan gibi diðer ülkelerin vermedikleri izinlere bakýp mütekabiliyet arayýþýna giriyor.

Çünkü AK Parti biliyor ki, temel hak ve özgürlükler oylama konusu yapýlamaz, azýnlýðýn hakkýný çoðunluða karþý korumak da devletin görevidir.