AK Parti/Cemaat tartışmasında ‘içe kapanan’

Son yazımda AK Parti ile Cemaat arasındaki siyasi tartışmada hakem kim olacak diye sormuştum.

Bir siyasi parti ile bir sivil toplum örgütünü karşı karşıya getiren hadisenin çözümü elbette yine ve yeniden oluşturulacak siyasi dil üzerinden konuşulacaktır. Zira siyaset, çözüm yeridir ve içinde her dilin konuşulduğu, yapımınınsa bir türlü sona ermediği Babil Kulesi’ne benzer.

Bu hadisenin; devlet/birey, devlet/sivil örgüt karşılaşması bağlamında mahkemelere intikal edecek kısmı da vardır kuşkusuz. Karşılıklı menfaat zedelenmelerinin iddia ve ispat yeri bağımsız mahkemelerdir bizim toplumsal sözleşmemize göre...

Fakat iş, salt siyaset teorisinden veya hukuka konu olacak anlaşmazlıklardan ibaret değil. Mütedeyyin hassasiyetler taşıyan, taban itibariyle iç içe geçmiş iki yapı olarak AK Parti ve Cemaat arasındaki son yaşananları; kullanılan araçların ve özellikle fevkalade sert dilin, her iki tarafta yol açtığı tahribatlar çerçevesinde de düşünmek icap ediyor.

Son yazımı, kavgayı “ilgisizlik” müeyyidesiyle cevaplayacak isimsiz bir kadından bahsederek noktalamıştım. “Haa.. Onlar mı, evet kavga ediyorlar” dedikten sonra, pazardaki alışverişine devam eden bir kadındı o... İşi başından aşkın, evinde kaynatacağı çorbanın telaşında, koskoca adamların böylesine keskin bir kavga sarmalında birbirine girişinden dolayı yılgınlık, hatta kırgınlık içindeki o kadın... Bana Zehra Rahneverd’in “yol yorgunluğu” şeklinde ifade ettiği kayıtsızlığı hatırlatıyor.

Rahneverd, gençliğinde İran’daki devrime iştirak etmiş entelektüellerden, şair ve üniversitelerde ders veren öğretim görevlilerinden. Eşi Musavi, geçen seçimlerde en çok konuşulan muhalif liderlerindendi İran’ın.

Siyasi bir atıf değil belki Rahneverd’den alıntılayacağım, detayda, geride, belki ancak bir kadının farkedeceği zayıflıkta... Zehra Rahneverd; temsil edilme ve sesini duyurma noktasında ümitsizliğe kapılanların tercih ettiği ve “ilgisizlik” olarak tanımladığı “devletle/güçlü olanlarla yolunu kesiştirmemeye çalışmak” şeklinde özetlenecek toplumsal refleksten bahseder... Hep birlikte göğüs gerdikleri devrim gerçekleşmiş fakat gelinen noktada “İslami devlet” muhalif sesleri işitmez olmuş, hatta farklı her görüş, içeriğine bakılmadan “İslam dışı” olmak yaftasıyla susturulmuş, hemen her kıpırdanış “fitne” olarak lanse edilmiş, neticede Şah döneminin istibdat günlerinden pek de farklı olmayan bir düzeye gelinmiştir. Üstelik iktidar çok güçlüdür, muhalefet dağınık, kararsız ve temsil çoğunluğunu toparlayamamaktır, Büyük Şeytan Amerika ve İsrail birer şahin gibi tepelerinde dururken, toplumsal çalkantıya çanak tutacak taleplerse şimdilik ertelenmelidir...

İşte “zamana dair bu sıkışma” hali, halkı “ilgisizliğe” ve “resmi işlere katılmamaya” sevketmektedir.

Bu ilgisizliğin iki büyük sonucu olarak; 1- Dini ibadetlerden uzaklaşma ve 2- Unutkanlık sağlayıcı meşguliyetlere yönelişi (antidepresan bağımlılığı, pembe dizilere düşkünlük, futbol merakı, lüks hayatın anlatıldığı dergilere, hijyen ve kozmetiğe merak) zikreder...

***

Geçen yazımda, Kerbela faciasından sonra tarihçilerin yaşadığı infialden bahsetmiştim. Hz. Hüseyin haklı olduğu halde mağlup edilmiş, haksız olduğu halde Emeviler dünya çapında başarı kazanmış, bu tezatlar karşısında tarihçiler büyük bir mabedin açılışından sonra vukubulan çekirge salgınını, onun ardından büyük bir alimin idamını artarda yorumsuz bir şekilde yazmaya başlamışlar demiştim. Bu durum, objekivizmden çok “zamana teslim olma” şeklinde tezahür eden bir tür tarihselcilik başlangıcıdır demiştim.

Rahneverd’in “yol yorgunluğu”, benimse “ilgisizlik” olarak söylediğim, tam burada birleşiyor; “zamana teslim olma”...

Artık tüm taleplerin, politik ve finansal ebadı var, mahkemeler dışında birbirimizle konuşacağımız herhangi bir masa kalmadı, bir cemaatin mensubu veya bir partinin üyesi değilse kişi, herhangi bir anlamı da yok onun şeklindeki bir “içe kapanma”... İçe kapananları, kimsenin umursadığı yok...