AK Parti’nin gerçekçi bir değerlendirilmesi

AK Parti yaklaşık on bir senedir iktidarda, tek başına iktidarda ve bugün hakkında büyük tartışmalar var; AK Parti’yi beğenirsiniz, beğenmezsiniz, bu başka bir konu, bu sürenin objektif bir analizinin yapılması ise bambaşka bir konu.

AK Parti 2002’den günümüze çok önemli ve olumlu işlerin altına imza attı, çok iş yaptı, bu arada benim kişisel değerlendirmeme göre büyük yanlışlar da yaptı, gereksiz tartışmaların tarafı oldu, ne anlama geldiğini anlayamadığım çıkışlarda bulundu ama bu günlük tartışmalar, günlük hatalar ve sevaplar acaba daha kapsamlı, daha kalıcı bir değerlendirmede ne ölçüde anlamlı?

Benim önerim bir zihinsel jimnastik yapmamız, mesela 2040’a, 2050’ye kendimizi taşımaya gayret etmek ve gelecekten bugüne, son on bir seneye bir bakabilmek; bu bakışımızı bugünden yakın geçmişimize, çok partili döneme ilişkin zaten biraz gerçekleştirebiliyoruz.

Bir bakalım, 1950-1960 Menderes-Bayar-DP döneminden bugüne kalıcı izler neler?

Aklıma ilk gelen, bir çırpıda söyleyebileceklerim, muhtemelen bir çok partili hayat denemesi, tarımın piyasa açılması; üstelik aklıma gelen bu iki konu da başarısız sonuçlanmış konular.

1960-71 döneminden bugüne ne kaldı derseniz, ne demokrasi, ne hukuk, ne de iktisat açılarından fazla bir şey söylemek mümkün değil; bir kalkınma hamlesi çabası var ama sadece bir çaba, bu dönemi Güney Kore ile mukayese ederseniz, elimizde bir şey kalmaz.

1971-1980 ya da 1983 döneminden de günümüze olumlu anlamda ne kalmış, bulup çıkarmak çok zor, tümüyle kayıp seneler.

1983-1993 Özal’lı yıllar, bu dönem geçmiş on yıllık dönemlemelere oranla daha parlak gibi duruyor; ekonominin dışa açılma sinyalleri, AİHM’e bireysel başvuru hakkının Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarına tanınması, 1983-1993 döneminin en akılda kalan olumlu yanları.

1993-2002 seneleri Türkiye’nin en karanlık seneleri; akılda kalan yegane olumlu yanlar muhtemelen 1995 gümrük birliği kararı, 1999 Helsinki Zirve kararları ve 2001 çok kısmi anayasal değişiklikler.

1950’den, 1960’dan 2002’ye olumsuzlukların ortak paydası muhtemelen anti-demokrasi anayasalarla yönetilmek zorunda kalışımız, askeri vesayet ve en önemlisi üç bin dolarlık kişi başına gelire sıkışıp kalmışlık.

2002-2013 AK Parti dönemi benim zannıma göre 1950 sonrasının hiç kuşkusuz en başarılı dönemi; 50’den geriye gitmeyişimin nedeni mukayeseyi çok partili dönemde yapmak.

Kişi başına gelirin sıkışmış bulunduğu üç bin dolardan bugünkü on dört bin dolarlık düzeyine gelişi, adeta yapısal bir sorun görünümü almış olan bütçe açıkları, mali disiplinsizlik sorununun giderilmesi, AB ile müzakerelerin açılması, katsayı, türban gibi haksızlıkların aşılması, darbe heveslileriyle yargıda hesaplaşılabildiği bir dönemin siyasal iktidarı olma, anayasa konusunda diğer partilerden daha iyi alternatifler geliştirebilme AK Parti’nin on bir senelik iktidar dönemini geçmişin benzer dönemlemelerine bariz bir biçimde üstün kılan faktörler.

Başbakan şunu dedi, Anamuhalefet Başkanı bunu dedi tartışmaları çok büyük ihtimalle otuz, kırk sene sonrasını hiç ama hiç etkilemeyecek.

2050’den bugüne, 2013’e bakıldığında “keşke Kenan Evren anayasası değiştirilebilse idi, keşke daha kaliteli bir hukuk devleti inşa edebilse idik, keşke ekonomi o dönemde daha hızlı büyüyebilse idi, keşke daha fazla doğrudan yabancı sermaye çekebilse idik” denecektir.

AK Parti, yaptığı tüm yanlışlara, eksikliklerine rağmen, bu “keşkelere” en yakın duran siyasi parti olma başarısını sürdürüyor.

AK Parti’yi ne yerden yere vuralım, ne göklere çıkaralım, gerçekçi değerlendirelim.

Gerçekçi bir değerlendirme zaten AK Parti’nin 1950 sonrasının en başarılı siyasi partisi olduğunu çok net gösteriyor.

Bu siyasi destekle, bu halk desteğiyle on bir senede Türkiye çok daha iyi bir noktaya da gelebilirdi, ama bu kurumsal yapıda, bu siyasi partiler hukuki çerçevesinde galiba ancak bu kadar olabiliyor.

Bu kurumsal yapı, siyasal partiler hukuki çerçevesi neden hemen değiştirilmiyor sorusu muhtemelen de en önemli soru.