Bazı arkadaşlarımızın parti kanalında hepimizin gözlerinin içine baka baka “Kurultaydan güçlenerek çıktığını ve gümbür gümbür iktidara yürüdüğünü” söyledikleri CHP’nin aslında sorunları çok. Bu sorunların çözülmesi yolunda Kurultay’da bir adım atıldığını söylemek de kolay değil.
Öteden beri partinin yenilenmesine ihtiyaç olduğu konuşuluyor ama bunun nasıl yapılacağını bilen yok. Ana muhalefet partimizin yenilenmesi meselesinde en büyük engelin “evdeki bulgurdan olma”endişesi olduğunu yazmıştım geçenlerde. Hani, “Dimyat’a -veya Tosya’ya- pirince giderken evdeki bulgurdan olmak” diye çok anlamlı, hikmetli bir deyimimiz var ya Türkçede. CHP’nin hâlihazırda içinde bulunduğu durumu mükemmel açıklıyor.
Biliyorsunuz, CHP yönetimi daha önce oy alamadığı kesimlerden de oy almanın çarelerini araştırıyor bir süredir. Bunun için sağ partilere oy veren kitlelerin oyunu alması lazım. Bu da o kitleye hoş görünecek adımlar atılmasını gerektiriyor. Ama kendisine oy vermeyen kesimlerin sempatisini kazanmak için kendisine oy veren kesimlerin desteğini kaybederse ne olacak? Son cumhurbaşkanlığı seçimlerinde gördük, CHP’nin aday gösterdiği Ekmeleddin İhsanoğlu’na sağcı diye oy vermeyenler oldu CHP tabanında. Dolayısıyla CHP’nin “sağa açılması” kendi tabanını küstürmesi ve hatta bir bölümünü belki ebediyen kaybetmesi sonucunu doğurabilir.
Ama bir de kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez diye bir atasözümüz var. O da anlamlı bir söz. Büyük hedeflere ulaşabilmek için bazı fedakârlıklar yapılması, hiç değilse belirli bir bedelin ödenmesi gerektiğini anlatıyor.
Peki, bu söz CHP’nin durumuna
uyar mı?
Meseleye nereden baktığınıza bağlı... Sözgelimi ne olursa olsun iktidara gelmek diye bir düşüncesi varsa CHP yönetiminin böyle bir kumar oynamaya değer diye düşünebilirler. Ama bu, adı üstünde, kumar... Kazanamadığınız yetmezmiş gibi elinizdekini de kaybedip dımdızlak ortada kalmanız mümkün. Hatta daha büyük ihtimal...
İşe bu taraftan bakarsanız, yani “azıcık aşım, ağrısız başım” diye düşünürseniz böyle bir kumar oynamaya girişilmesini hoş karşılamazsınız. CHP’nin büyük şehirlerde hali vakti yerinde kesimlerden, Anadolu’da ise gariban Alevilerden aldığı oylarla mevcut düzenini sürdürüp gitmesini tercih edersiniz. Çünkü bu en azından garantili bir tercih gibi görünebilir gözünüze.
Ne var ki bunun da garantili bir yol olup olmadığı o kadar kesin değil. Son cumhurbaşkanlığı seçiminde özellikle İstanbul gibi metropollerde BDP adayı Selahattin Demirtaş’a oy veren CHP’li seçmen sayısının azımsanacak kadar az olmadığı biliniyor.
Bir de benim bu iki kesimin dışında “ikibuçuk’uncu seçmen” diye andığım kitle var. Bunlar esas itibarıyla orta sınıfa mensup ve dolayısıyla hem sosyoekonomik hem de sosyokültürel paydaşlıkları itibarıyla AK Parti’nin seçmen tabanına uzak olmayan bir kitle. Kendilerine sorarsanız geleneksel (aileden gelen) parti taraftarlığı, iktidar partisinin dili ve üslubu, yaşama tarzına müdahale endişesi gibi farklı sebeplerle “zorunlu olarak” CHP’ye oy verdiklerini ifade eden bu kitlenin AK Parti tarafından kazanılması da mümkün.
Diğer yandan, “sağcı” Ekmeleddin İhsanoğlu’na oy vermemek için siyasi Kürt hareketinin adayı Demirtaş’a oy veren CHP’liler olduğu gibi, Kılıçdaroğlu ve arkadaşlarının “Kürt açılımı” ve benzeri politikalarından rahatsızlık duyarak MHP’ye doğru yelken açmaları beklenebilecek ve küçümsenmemesi gereken büyüklükte bir kitle de var bu taban içinde.
Yani, yine bir deyimle durumu anlatalım, “aşağı tükürse sakal, yukarı tükürse bıyık”...