Akıl vermek harcım değil, ama...

Kimselere akıl vermek derdinde hiç olmadım; ‘akıl akıldan üstündür’ sözünü ‘herkesin aklı benden üstün’ diye yorumlamayı yeğlerim. Hele ‘tereciye tere satmak’ kaçındığım kötü alışkanlıklardandır. Başkalarının zaten yaşayarak öğrendiklerini onlara hatırlatmak abesle iştigal görünür gözüme...

Ülkemizin siyasi hayatında en muhataralı geçmişe sahip kişiler hangi partinin kadrosunda bulunuyor? Elbette Ak Parti’nin... Her darbe sonrasında dokunulan insanlar var aralarında; en son 28 Şubat (1997) onları taciz ve tasfiye etmek üzere hayata geçirildi.

‘Sivil toplum’ dendiğinde akla ilk gelen en kalabalık oluşum ‘Cemaat’ diye anılan yapılanma, değil mi? Fırtınalar, kasırgalar hep onları buldu. Kar ve kış ile de sınandılar, müthiş sıcaklarla da... Tezviratın en inciticisi, tuzakların en korkuncu, silâhların en delicisi onlar üzerinde denendi.

Ak Parti saflarında siyaset yapan kadrolar da, ‘Cemaat’ büyükleri de aşağılanmaya, rezillenme girişimlerine, gözden düşürme operasyonlarına muhatap edildiler... Yıllar ve yıllar boyu...

Gözlerimin önünde yaşandığı için başlarına neler geldiğini iyi bildiğim bu kadrolara dönüp “Aman ha, akıllı olun, kapsamlı bir itibarsızlaştırma kampanyasına muhatapsınız; bazen biriniz üzerinden, bazen ikiniz birden kullanılarak sonuç alınmaya çalışılıyor” demek içimden geçiyor. Benden daha akıllı, olağanüstü deneyimli ve kaybedecek çok şeyleri olduğu için herhalde daha tedbirli bu insanlara akıl vermeyi zül addediyorum.

Farkında olmamaları mümkün değil... Söyleyeceklerimi benden önce düşünmüş, aklıma geleni benden önce akıl etmişlerdir...

Dostlarım arasında benim gibi düşünmeyenler çok. Bazısı “İktidar gözlerin ferini alır” düşüncesiyle, bazısı “O kadar yoğunlar ki, ayrıntıları gözden kaçırmaları normal” görüşüyle beni uyarıyorlar. “Özgüven tehlikelidir” diyen de var. Biri en son, “Başlarına gelenler akıllarını bilemiştir diyorsun, peki ama başlarına gelen nasıl oldu da başlarına geldi?” diye soruverdi.

İktidardaki partinin muhatap edildiği itibarsızlaştırma operasyonu yeni değil. 3 Kasım 2002 tarihinden beri yürürlükte. Ne zaman içlerinden biri çizgi-dışı bir şey söylediyse, yanlış görüntü verdiyse hemen üzerine gidiliyor. Hak eden de yara alıyor, hak etmeyen de...

Yakın zamanda operasyoncular vitesi bir yukarıya çıkardılar; artık devlet memurları üzerinden de yürütülüyor yıpratma kampanyası... Valiler, Emniyet görevlileri, müsteşarlar, yargıçlar, genel müdürler, hatta sıradan memurlar... On yıldır iktidarda bulunan parti, bürokrasinin faturasını da ödemeye zorlanıyor.

Cemaat? Onun için de durum farklı değil. Cemaat’a yakın kalemler ile sosyal medyayı etkin kullanan bazı isimler sağolsun, Emniyet ve yargı alanında yanlış çırpan bir kuş kanadı bile Cemaat’in zarar hanesine yazılıyor. Davalar uzuyor mu? Cemaat istediği için öyle oluyor... Cezaevlerinde görmek istenmeyecek insanlar kodeste mi tutuluyor? Cemaat’in intikamcı hisleri yüzünden bu da...

Operasyonun beyin takımının arşivi zengin...

Bazen her ikisine birden fatura çıkarmanın yolu da bulunuyor... Hedef seçilenleri atsan da kaybediyorsun, yerinde tutsan da... Geçmişinde ‘işkence ayıbı’ bulunan biri Emniyet’te bir görevden diğerine atansa, ya da vaktiyle ağzından yanlış bir cümle çıkmış biri vali yapılsa derhal Ak Parti ile Cemaat zihinlerde birlikte çarmıha geriliyor.

Geriliyor da ne oluyor? Ak Parti’nin oyları düşmüyor, Cemaat her alandaki atılımlarını daha da artırıyor...

Keşke hayat bu kadar basit ve sade olsaydı. Keşke iktidar için oy gerçekten tek ölçü sayılsaydı. Keşke ‘hizmet’ otomatik olarak itibara dönüşseydi...

Operasyon bu hızla sürerse -ki sürecektir-, operasyona muhatap edilenler aldırmazlığa devam ederse -ki büyük ihtimalle öyle olacaktır-, iktidarda bulunmanın da hizmet etmenin de tadı müthiş kaçar.

Çok basit tedbirlerle operasyonun lehe çevrilmesi mümkün oysa...

Akıl vermek gibi olmasın, ama biraz durup itibar konusu üzerinde düşünmenin zamanı...