30 yılını kana boyayan bu kadar büyük ve bu kadar acil bir meselenin çözümü hiçbir ülke için ertelenebilir, sürdürülebilir değildir. Türkiye için de değildi.
Türkiye bugün, akan kanın durmasını önceleyerek doğru bildiği yolda yürüyor. Allah’a şükür süreç de olması gerektiği gibi işliyor.
Bu yol, bu metodoloji doğrudur.
“30 yıldır devlete kurşun sıkan PKK n’oldu da şimdi silah bıraktı” sorusu meşru bir soru olmasına rağmen sanki bu noktaya aniden ışınlanmışız gibi kuşkulu bir şaşkınlık içermesi bakımından çok da anlaşılır değil. Sihirli bir değnek değmedi çünkü PKK’ya.
Denkleme giren her bir aktör, faktör, başka parametrelerin de değişmesiyle kaçınamayacakları bir değişim geçirmek zorunda kaldılar ve bu durum, denklemin sonucunu değiştirdi. (Değişen parametleri daha önce yazmıştım: PKK’ya taviz mi verdik / 8 Mayıs 2013).
Daha yolun başındayız
Üç evresi var bu sürecin: 1) Silahın devreden çıkması: PKK’nın silah bırakmak hedefiyle sınır dışına çıkması ve örgütün tüm yapısını bu sonuca hazırlaması. 2) Yeni hukukun oluşması: İmparatorluk bakiyesi bir coğrafyada çok dilli, çok dinli, çok etnili, çok mezhepli bir yapıya -kaldığı kadarıyla elbette- sahip toplumun farklılıklarını yok saymadan onları birbirine eşitleyen, sivil, demokratik bir anayasanın yazılması. 3) Toplumsal rehabilitasyon: Zihniyetleri değiştirmek atomu parçalamaktan daha zor. Hele de bu kadar can kaybının olduğu, on yıllar boyunca insanların birbirini çok güçlü duygularla ötekileştirip öcüleştirdiği, birbirinin sesine sağır, acısına duyarsız kaldığı, farklı ve yakıcı hafızaların canlı olduğu bir meselenin çözümünde yaraların sarılması, duyguların onarılması için, yeniden bir ve beraber olabilmek için topyekün bir seferberlik gerekiyor.
Bunlar gerçekten zor işler ama zorunlu da. Biliyoruz ki hiç kolay olmayacak, sıkıntılar başımızdan eksik olmayacak.
Lakin enseyi karartmaya gerek yok.
Türkiye’de ilk kez devlet ve toplum, bir meselesinin çözümü konusunda fikir birliğine vardı, işbirliğine girdi. Türkiye’nin en büyük gücü de bu.
62 kişi ne yapabilir ki?
Şu çok net; çözümü halk istiyor. Öyle olmasa, değil 62 kişi, 62 bin kişi de dağılsa Türkiye’nin dört bir tarafına, hiçbir sonuç alınamazdı.
Ama siyasi ve ideolojik olarak, yaşam biçimi olarak 62 benzemez insanın “ortak fayda” ve “ortak gelecek için” çalışıyor olmasının hem işlevsel bir değeri ve anlamı var, hem de inşallah Türkiye’deki siyaset anlayışını değiştirmesi bakımından hayırlı sonuçlar da doğuracaktır.
Pek çok yıpratıcı yanı bulunmasına rağmen onurla, artan bir inançla ve gayretle yerine getirilen bu “vicdani ve vatani görev”, esas itibariyle tam bir temas ve diyalogdan, halkın nabzını doğrudan, damardan tutmaktan ibaret.
Hiyerarşinin değil bilakis hizmetin olduğu, üstenci nutukların atıldığı değil bilakis halkın fikrinin dikkatle dinlenip notların alındığı, ortak bir meselemiz hakkında birlikte düşünmenin sorumluluğunu ve erdemini içeren bir iş.
Heyetin çalışma süresi Haziran başında bittiğinde, geride müthiş bir veri ve eşsiz bir tecrübe kalacak. İki ay boyunca ülkenin dört bir yanını dolaşarak tıkalı damarları açan ve kan dolaşımını sağlayan, kangrenleşme temayülü gösteren yerleri canlandırıp Türkiye’nin yeniden bir bütün ve tek yürek olması için yapılan çok kıymetli bir çalışma bu.
Öte yandan bu vazifenin, bugüne dek meseleyi kendine dert edinmiş, yazıp çizmiş olsalar da 62 kişinin içindeki akademisyen, aktivist, gazeteci ve sanatçılar için de çok öğretici olduğuna şüphe yok. Teorik düzeyde ele alınan bir meselenin insan hayatlarına yansıyışını görerek bilmek ve hissetmek gibi eşsiz bir tecrübe sunuyor zira bu çalışma. Bunca zamanda edinilmiş farklı farklı birikimler donanımlar, ideal olanla realize edilebilecek olan arasındaki derin yarığı kapatmak için öncelikler sıralaması yapmanın, siyasi fantezilerde oyalanmak değil elzem olanda buluşmanın idrakine varıyor.