Aksaray ve Zinciriye Medresesi neyi anlatıyor?

Cuma günü Aksaray Üniversitesi’nin davetlisi olarak Aksaray’da son gelişmeleri ve Ortadoğu’daki değişimi tartıştık. Şunu hemen söyleyeyim Aksaray hem üniversitesi ile hem de bütünüyle son yıllarda Anadolu’daki müthiş değişimi size olduğu gibi anlatıyor. Benim burada dikkatimi çeken, devletin de bu değişime ayak uydurması. İdarenin, yargının, yerel yönetimin hızla değişen anlayışını, halka yaklaşımını, yöneticilerin şahsında görebiliyorsunuz. Sanıyorum Anadolu’nun birçok kentinde, Aksaray’da olduğu gibi, genç, üniversite eğitiminin, uzmanlık alanının hakkını veren, dünyadaki gelişmelerle yakından ilgilenen, en az bir akademisyen kadar okuyan, araştıran, merak eden yöneticiler var. Ne yalan söyleyelim Aksaray’da devletin bu yüzünü gördükten sonra, Türkiye’de siyasi yapının, devletin bu yüzünün gerisinde kalacağını da düşündüm. Zaten bunun işaretleri var biliyorsunuz. Çünkü Türkiye’de siyasetin, siyasi partilerin tarihi angajmanları var. Bu tarihi angajmanlar yaklaşık yüz yıllık bir resmi ideolojinin buraya yansıması. Bugün Türkiye’de muhalefetin olmaması, muhalefetin iktidar partisini demokrasiye değil de baskıcı, hatta faşist bir yola doğru itmeye çalışması, dış politikada, demokratikleşmede ‘niye eskisi gibi değiliz’ çığlıklarıyla sözüm ona muhalefet yapması bunun işareti değil mi? Hep denir ya, CHP ‘devletin partisi, devlet oldukça bu CHP de olur diye’ ben artık bunun, özellikle Anadolu’nun birçok kentinde, gerçeği yansıtmadığını düşünüyorum.  Devlet buralarda yeni bir Türkiye’yi çoktan anlatmaya, bunu yansıtmaya başlamış.

Örneğin Aksaray’ın en önemli tarihi mekanlarından birisi Zinciriye Medresesi. Bu tarih hazinesinin başına gelenler aslında bize hem Türkiye’nin başına gelenleri anlatıyor hem de Anadolu’nun nasıl göz ardı edildiğini, bizim yüzlerce yıllık tarihimizden, geçmişimizden nasıl koparıldığımızı ve bunun faşist bir ideolojinin bu topraklara hakim kılınması için kasıtlı bir operasyonun parçası olduğunu anlıyorsunuz. Zinciriye Medresesi, 14. yüzyılda Karamanoğulları tarafından yaptırılmış, mimarisi ile işlemeleri ile bugüne kadar gelen belki en özgün örneklerden birisi. Bu paha biçilmez tarihi yapı 1918 yılından 1969 yılına kadar hapishane olarak kullanılmış, sonra restore edilerek müze yapılmış ancak daha sonra birileri ‘ya burası niye müze çok para getirmiyor’ demiş olmalı ki yap-işlet-devret modeli ile ihalesi yapılmış ve bir şirket tarafından yeniden restore edilerek, turizme kazandırılmış (!), lokanta, düğün salonu olarak kullanılmış. Ancak halktan gelen tepkiler üzerine Aksaray Belediyesi, medreseyi devralarak yeniden düzenlemiş. Cemalettin-i Aksaray’ın Müderris olarak ders verdiği,  Osmanlı’nın ilk Şeyhülislamı Molla Fenari’nin yetişmesine öncülük eden bu medrese şimdi bir kültür merkezi olarak kullanılıyor. Bir odası Aksaray Üniversitesi Somuncu Baba Tarih ve Kültür Araştırma Merkezi.

Şimdi düşünün Zinciriye Medresesi’nin hikayesi Türkiye’nin hikayesi değil mi? Bütün Cumhuriyet döneminde, yetmişli yıllara kadar, hapishane, sonra kaza ile müze, sonra gecikerek de olsa, şu ünlü yap-işlet-devret yağmasının medreseye uğraması ve düğün salonu, kebapçı olması... Camileri ahır, medreseleri hapishane, kebapçı yapan sonra da biz yedi düvele meydan okuduk son büyük Türk devletini kurtardık (!) kurduk diyen bir zihniyet. Şimdi Türkiye, özellikle de Anadolu bu zihniyetten kurtuluyor. Ancak buradaki dinamiğe dikkatinizi çekmek isterim. Bence bu dinamik 1908’de başlayan ancak 1924’te, 1924 Anayasası ile kesilen dinamiğin ta kendisidir ve bu topraklara aittir.

1908-1924 ve yeniden Anadolu... ,

Feroz Ahmed, Osmanlı İmparatorluğu 20. yüzyıla, 1900’de değil gerçek anlamda 2. Abdülhamit’in otuz yıl önce rafa kaldırdığı anayasayı yeniden yürürlüğe koyduğu 23 Temmuz 1908’de girdi der.  Aslında bu süreç Ahmed’in şu sözleriyle daha özlü anlatılabilir: İmparatorluğun ekonomik liberalleşmesi ve dünya ekonomisine eklemlenmesi sonucunda ortayı çıkan bir ticari-endüstriyel Müslüman orta sınıf çıkmadığı için Babıâli, bürokratların biçimlendirmekte olduğu yeni devlete tamamen bağlı olacak yeni bir sınıf yaratmak amacıyla toprak sahiplerine yöneldi. 1858 Arazi Kanunnamesi, toprağın özel mülkiyete geçişi açısından önemli bir adım oldu. Daha önceleri, 1847’de Babıâli, çiftçilerin atıl devlet arazilerine ekim yapabilmesine olanak veren bir yasa çıkarmıştı. Bu süreç, hem 1908 devrimine giden yolu açtı hem de devrim sonrası süreci sürükleyecek bir orta sınıf oluşturdu. Aykut Kansu’nun da anlattığı gibi 1908, bu anlamda Anadolu’da maddi temellerini buldu ve aşağıdan tüm halkları kapsayan bir hareket olarak filizlendi. Şimdi yeni bir burjuvazi ve onun orta sınıfı Anadolu’da yeşeriyor, 1908 kaldığı yerden devam ediyor. Ve yeni bir Anayasa istiyor.