Alavera dalavera...

Filler dalaşır, çimenler ezilir... Başkaları itişir kakışır, dayak yemeğe sıra gelince bizi çağırırlar...

Ukrayna’da yaşananlara baktığımda, siz isterseniz benim havadan nem kaptığımı söyleyin, dayak sırasının ne zaman bize geleceği endişesiyle tir tir titriyorum...

100. yıldönümü vesilesiyle Batılı ülkelerin yeniden hatırladığı ‘1. Dünya Savaşı’ konusunu günlerdir burada yazıyorum. Okuyorsunuz, “Bugünle ne ilgisi var?” deyip bir kenara atıyorsunuz... Okuyorsunuz, “Cemaat’ten de Hoca’dan da söz etmemiş, seçim de yok; ben bu yazıyı neden okudum” diye hem bana hem de kendinize kızıyorsunuz...

Ne bileyim, belki de başlığına bakıp ‘1. Dünya Savaşı’ ile ilgili olduğunu fark edip okumuyorsunuz...

Hiç iyi yapmıyorsunuz...

Bir Sırp Avusturya Veliahdı’nı öldürdü diye çıktı on milyon kişinin hayatını kaybettiği, yan zâyiat olarak Osmanlı İmparatorluğu’nun tabutuna son çiviyi çakan 1. Dünya Savaşı...

Avusturya’yı hedef alacaksın, anladık; neden eylemini Saraybosna’da yapıyorsun?

Adam Avusturya’ya saldırdı diye kızacaksa, Avusturyalılar kızsın, değil mi? Hayır, onlardan fazla Almanlar kızıyor... Neden?

Hadi, Avusturya ile Almanya kızdığı için Rusya alarma geçti diyelim; İngiltere ve Fransa neden hemen silâha sarılıyor?

Ya Avusturya ile Sırbistan arasında başgösteren ihtilâf sonunda Avrupa devletleri arası bir savaşa dönüştüğünde neden bütün gözler Osmanlı’ya çeviriliyor? Neden illâ bizim de savaşa dahil olmamız isteniyor?

Ne istenmesi, zorlanıyoruz, oldu-bittilere maruz kalıyoruz ve sonunda kendimizi kaybedecek tarafın safında savaşırken buluyoruz...

İmparatorluk iken girdiğimiz savaştan, 99 yıl önce bugünlerde Çanakkale’de destan yazdığımız halde, başkenti işgal altında küçülmüş bir ülke olarak çıkmamız tesadüf mü sizce?

Öncesi de var; sanıyorum bizimkileri yanlışa sevk eden ondan 50-60 yıl önce (1853-1856) çıkan Kırım Savaşı olmuştu... Osmanlı’nın Eflâk ve Boğdan beldelerine, Ortodoksları koruma bahanesiyle işgal için asker gönderince Rusya, İstanbul diğer Batılı güçlerden yardım istemiş ve bulmuştu.

Aslında ilk dünya savaşı Kırım üzerine çıkandır; bütün Avrupalı devletler savaşta yer aldığı için...

Niye anlatıyorum bunları? Kırım Savaşı’nda, 1. Dünya Savaşı’nda ve 2. Dünya Savaşı’nda ordularıyla yer alan bütün devletlerin, hiç eksiksiz, bugünlerde Kırım üzerine çıkan Ukrayna ihtilâfında da adları geçiyor da ondan... Bazısı Avrupa Birliği çatısı altında...

Tek istisna Osmanlı... O artık fiilen yok, ama vârisi Türkiye’nin de ihtilâfta esamisi okunmuyor...

O halde ben neden huzursuzum?

Kırım’da şu sıralarda olana biraz daha yakından bakalım: Önce Ukrayna’da halk hareketleri oldu. Seçimle işbaşına gelmiş cumhurbaşkanı ve hükümet aleyhine başkent Kiev’de başlayan gösteriler resmen isyana dönüştü. Cumhurbaşkanı sonunda pes edip “Tamam, gelin görüşelim ve beraberce bir çıkış yolu arayalım” çağrısı yaptığı halde dinlenmedi.

Bütün bu anlatımda Kırım’ın adı hiç geçiyor mu? Geçmiyor... Göstericilerin niyeti ülkeyi ortasından ikiye bölmek ve Kırım’ı Rusya’ya ilhak ettirmek miydi? Ona da hayır... Halk hareketleri sırasında kimse böyle bir ihtimalden söz etmedi.

“Cumhurbaşkanı ülkeden kaçınca Rusya devreye girip Kırım’ı kendi topraklarına katmak için çabalayacak; otobüslere doldurduğu kendi vatandaşlarını Kırım’a gönderip orada yapılacak pilebisitte ‘ilhak’ kararı alınmasını sağlayacak” öngörüsü hiç dillendirilmedi...

Sonunda olan bu ama...

Rusya dışındaki müdahil ülkeler henüz son sözlerini söylemedi, ama söyleseler ne olacak? ‘Halkların kendi kaderini tayin hakkı’ diye bir kavram yok mu? Olmasaydı bile öyle bir kavram, şu sıralarda Kırım’da yaşananlardan sonra mutlaka icat edilirdi.

Peki, Türkiye bu tablonun neresinde? Hiçbir yerinde görünmüyor ‘güzel ve yalnız’ ülkemiz...

Siz öyle sanın... Nasıl Kırım Savaşı’yla Osmanlı’nın sonunu getirecek şartlara ilk tuğla konuldu ve 1. Dünya Savaşı’yla canımıza okunduysa...

Yine bir yolunu bulacaklardır...