On yıllardır el atılmamış, üzerinde düşünülmemiş, yok sayılmış veya bile isteye görmezden gelinmiş konularla yüzleşmek Türkiye’nin özgüveninin yansımasıdır. Konuşulması dahi suç olan konulardan, konuşmak zor olduğu için hiç ilgi göstermemenin tercih edildiği konulara kadar kapağı açılmamış dosya kalmadı. Pek az ülke, pek az toplum böylesine geniş bir problem yelpazesiyle yaşamaya mahkumdur. Ama pek az toplum da o problemlerle yüzleşme cesareti gösterebilir. Türkiye toplumu bunların her ikisidir. Sorunu da çok, çözüm için harekete geçme enerjisi de...
Ulus devletin bizzat yarattığı ve sonra da umutsuz çabalarla üzerini örttüğü sorunların kapağı açılıyor. İmparatorlukta bir şekilde çözüm hattında yürümekte olan alanları soruna dönüştüren Kemalist Cumhuriyet’in doğurduğu gerilim enerjisi deşarj ediliyor. Türkiye toplumu, Kemalizmin vaz’ettiği ve emrettiği gibi tek ırklı, tek mezhepli, tek fikirli bir toplum olmadığı olamadığı için şimdi teğeller atıyor.“Biz o tarif edilen vatandaş değiliz” diyen dindarlar da Kürtler de, azınlıklar da Aleviler de hak ettikleri hayatı talep ediyorlar.
Davutoğlu’nun verdiği söz
Bu talep sayesindedir ki Kürt meselesinden azınlıklara, laiklikten Alevilerin sorunlarına kadar bütün alanlarda ya çözüme ulaşıldı ya da çözüm yolunda büyük mesafeler katedildi.
Başbakan Ahmet Davutoğlu, hafta sonu Hacibektaş’ta Aşure Günü’nde bu yoldaki önemli eşiklerden birinin aşılmasını sağladı. Alevi sorununun zihinlerdeki ağırlığını attı geçti Başbakan. Alevi-Bektaşi anlayışına vukufiyeti ve tarihsel olarak süreçlere hakimiyetini gösterdi. Bununla kalmadı, empatinin bütün sınırlarını aşarak Türkiye’nin bu sorunla yaşamasının mümkün olmadığını ilan etmiş oldu. Sorunun nasıl çözüleceği, hangi enstrümanlarla hal yoluna konulacağı ana mesele olarak ortada durmaktadır ama Başbakan’ın yaptığı o konuşmadan sonra duyarsızlık ve kayıtsızlık imkansızdır.
Çözüm, sahayı özgürleştirmekte
Peki, sorun nasıl çözülecek?
Alevilerin, Aleviler adına konuşan örgütlerin birbirinden farklı talepleri var. Birbirleriyle çelişen istekleri var. Dahası, şehirde siyasallaşan ve ideolojik olarak sadece dini değil, politik kimlik kazanan Alevilikle, daha büyük kitleleri kuşatan geleneksel Ale- viliğin ihtiyaçları arasında da makas açılmış durumdadır. En iyi çözümde bile mutlak tatmin sağlanamayacaktır, bunu baştan bilelim. Neticede Sünni dünyasında da benzer sorunlar ve tatmin eksikliği bir ölçüde vardır, bunu da akıldan çıkarmayalım.
Sorunun çözümü Aleviliği devletin etki alanının dışına çıkartabilmektedir. Tayin edici, kararlaştırıcı, sınır koyucu yaklaşımları Alevi vatandaşlar üzerinde bir baskı unsuru olmaktan çıkarmak, bu alanı özgürleştirmek şarttır. Eski Türkiye’de olduğu gibi bir devlet buyruğuna ihtiyaç yoktur...
Madde madde haklar bahşetmek veya art arda kanunlar çıkarmaktan daha ideal olan, Aleviler için neyin doğru olduğuna yine Alevilerin karar verebilmesini sağlayacak bir yaklaşımı geçerli kılmaktır. Hayatın olağan akışı içinde, bütün inançların yürüyüşüne ve kendilerini ifade edebilmelerine fırsat sunmaktır.
Aleviler devletten “teklik” istememeli
Devleti dini alanın tayin edici imtiyazcısı olmaktan çıkarıp serbestliğin garantisi haline getirmek gerekir. Meclis’te bir kanunla yeni bir din ihdas edilecek veya yeni bir mezhep tanımlanacak değildir. Mesele, tarih içinde zaten tanımlanmış ve şekillenmiş olana alan açmak, o inanca sahip kitlelerin memnuniyetsizliğini giderebilmektir. Gerisi, bütün inanç yelpazesi içinde farklılıklarıyla birlikte Alevilerin karar vereceği, tercih edeceği veya kritik edeceği bir süreçtir. Çözüm demek, tek bir anlayışın altını çizmek ve herkesi o anlayışa mecbur etmek değildir.
Bununla birlikte çözüm talep etmek, tek bir Alevi anlayışını devlete kabul ettirip, diğer bütün meşrepleri baskı altına almak da değildir. Böyle bir istek sonuçta, Kemalizm’in Alevi ya da Sünni bütün vatandaşlara dayattığı tektipçiliği ihya etmek demektir.
Büyük sorunlar var ve AK Parti bu sorunlarla yüzleşmek cesaretini gösteriyor. Bazen bedel ödeme pahasına ve çoğu kez de siyasi fayda gözetmeksizin en muhataralı konulara girmekten çekinmiyor. Doğrusu da budur. Büyük halk desteğine sahip bir iktidarın toplumun farklı kesimlerini dertlendiren sorunları çözmesi, memnuniyetsizlikleri eksiltmesi demokratik bir sorumluluktur. Mutsuz, suratı asık ve öfkeli kitleler bir demokrasinin dezavantajıdır.
Ne var ki AK Parti bunları yaparken özel bir sorunla da uğraşıyor. Kürt meselesinde açıkça yaşıyoruz. “Sorunu AK Parti çözeceğine çözümsüz kalsın” anlayışı, çözüm süreçlerini yavaşlatıyor. Sorunlar çözüldükçe AK Parti’nin daha da kökleşeceği duygusu bırakın dağınık kalsın anlayışını körüklüyor.
Ama gerçek şu ki sorunlar çözümsüz kaldığında da AK Parti kökleşiyor. Zira, çözülmeyen her sorun dramatik biçimde iktidar partisine olan ihtiyacı artırıyor.
“Başka kim çözecek?” sorusu ortada durdukça sorunların çözümünü AK Parti’ye yakıştırmak istemeyenlerin direnci vakit kaybından başka sonuç doğurmuyor.
Şunu kabul edelim... Yarı aydın kıskançlığı ve çözümsüzlükten medet umma hastalığının kimseye faydası yok.
Eski Türkiye’nin ürettiği ve kemikleştirdiği sorunların üstesinden gelebilmek için “yeni” Türkiye zihnine ihtiyaç var ve bunu temsil eden tek parti de “alternatifsiz” olarak iktidardadır.