Algı meselesi ve kendinden nefret eden aydın sorunsalı

Galatasaray Üniversitesi’nde sessiz bir konferans salonu. Konuşulan konunun ağırlığına inat sade bir katılım. Geç kalmanın verdiği bir mahçubiyetle arka sıralardaki koltuklardan birisine oturuyorum.

ABD’li bir akademisyen ve bizden de üç akademisyen önemli bir konu başlığı olan “Kamu diplomasisi” kavramını tartışıyorlar.

Son konuşmacıya yetişmişim. Konferans dili İngilizce.

Son konuşmacının sunumunda kulak tırmalayıcı bir “quasi-autoritarian Turkish media” ifadesi havada uçuşuyor.

Yani “yarı-otoriter, neredeyse otoriter Türk medyası”...

Literatüre yeni bir kavram hediye etmeye kararlı hocamız!

TRT’yi masaya yatırmış Türk akademisyenimiz, neredeyse sömürgeci, yayılmacı bir propaganda makinesi ilan edecek Türk basınını.

“Soft power- yumuşak güç” kavramı Batılı ülkelerde geçer akçe, Türkiye’ye gelince “propaganda makinesi” hocamıza göre.

Cebine taşları biriktirmiş, her satırında çıkarıp Türkiye’ye atıyor.

Aklımdan Körfez Savaşı’nda CNN kanalının oynadığı role ilişkin anekdotlar geçiyor.

Ya da ABD gizli servisi CIA’nin Hollywood aracılığıyla kitlelerin bilinçaltını hedef alan operasyonları.

Ya da 11 yıl yaşadığım Fransa’nın frankofon kültür hegemonyasını insan hakları ve demokrasinin yaldızlı ambalajına sarıp fiiliyata geçirmesi...

Kapitalist sistemin kendisini kamu alanındaki operasyonlarla yeniden üretmesi...

Örnekler o kadar çok ki...

Ama bunlar hiç gündeme gelmiyor.

Acaba ABD’li akademisyen kendi ülkesini bu kadar acımasız eleştirdi mi?

A, o da ne? Türkiye’nin iletişim politikası ile insan hakları ve demokratikleşme karnelerinin yerlerde olduğu iddiasını lüzumsuz bir anda gündeme getiren Türk akademisyene yanıt, ABD’li meslektaşından geliyor:

“O karnelerin nasıl hazırlandığını biliyorum...”

Toplantının bitiminde tecrübeli ABD’li uzmanın yanına gidip, kafamdaki soruları soruyorum:

“Size göre, Batı’da Türkiye ve özelde de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a karşı imaj operasyonlarının altında ne var?”

ABD’li akademisyen düşünmeden cevap veriyor:

“Çünkü Müslüman düşmanı yapılar devreye girerek, olumsuz bir imaj yaratmaya çalışıyor. Anti-İslam çevrelerin girişimleri etkili oluyor.”

Otoriterlik peki?

“Otoriter” kavramı üzerinde tepinenleri soruyorum.

“O sizin içinizdeki bir tartışma. ABD’de Cumhurbaşkanınıza bu nitelemeyi yapanların sayısı çok az. Batılı yöneticiler de güçlü bir Müslüman lider olarak

Cumhurbaşkanınızın krizler sırasında sorun çözücü bir rol oynamasını bekliyor” diyor.

“Başka başlıklarda yazdığım bazı makaleler belki hoşunuza gitmeyecek ama sorduğunuz konulardaki görüşlerim bunlar” diye sözlerini tamamlıyor.

Batı medyasındaki algı operasyonlarına kafa yormaya çalışırken, bizdeki “kendisinden, memleketinden nefret eden aydın” profilinin bu algı operasyonlarına nasıl su taşıdığını da gözardı etmemek gerekiyor.