30 Mart seçimleri yaklaşırken, sandıktan çıkacak sonucu değiştirmekte kararlı olan ama bunca operasyona rağmen ne halkın fikrini ne de gidişatı değiştiremeyenler mecburen taktik değiştiriyorlar.
Son numaraları, uzanamadıkları ciğere pis demek; sandığı lekelemek.
Sandıktan çıkamadıkça “her şey sandık değildir” türküsü söyleyenler, gittikçe daha sofistike bir hal alan gayri meşru yollara tevessül etmekte ve açıktan ağıtlar yakmaktalar yani.
Sanki bu ülkede seçimler şaibeliymiş gibi,
Sanki oy pusulalarının çöplüklerden çıktığı günler ta 90’lar Türkiye’sinde kalmamış gibi,
Sanki 2000’lerden bu yana tüm seçimler ulusal-uluslararası gözlemcilerin takibinde ve “temiz bir seçim oldu” değerlendirmeleriyle birlikte yapılmamış gibi,
Sanki sandıkların başında her partiden görevli yokmuş, o görevliler nöbet görevlerini bayılma noktasına gelinceye dek büyük bir dikkatle ve özveriyle yapmıyorlarmış gibi, yapmaktalar.
30 Mart’ta sandıkları iyi koruyalım, diyorlar şimdi ısrarla.
Aman ha, çok sayıda uluslararası gözlemci çağıralım da bir şey olmasın, diyorlar.
İşgüzarlık edip manipülatif bir paralellikle “seçim sandıkları takla atmasın” diyorlar.
Bunları diyerek aslında sandıktan istedikleri gibi bir sonucun çıkmaması halinde -ki bütün kamuoyu araştırmaları, parçalayıp ufalamak istedikleri siyasi partinin değil, sandık için organize edilen bunca abra kadabranın “puf” olup dağıldığını ispatlıyor- çıkan sonucu karalayabilsinler.
Karpuz kabuğu niyetine
“Kimsenin aklına en küçük bir şüphenin düşmemesi” elbette ortak gaye.
Ama bu cümlelerin tam da gayri meşru bir siyasi kuşatma sürerken kurulması ne iş?
Legal olanın illegal olanla değiştirilmeye, olmayanın olmuş gibi gösterilmeye çalışıldığı bir zamanda söylenmesini ne yapacağız peki ey her dönemin değişmez endişe üreticileri?
Bu cümlelerin sandığı ve sandıktan çıkacak tertemiz halk iradesini kirletmeye çalışanların yeni algı operasyonunun konusu olduğunu görmeyelim mi yani?
Halbuki bu numaralara hiç gerek yok.
Herkes için hayırlı ve kolay bir yol var çünkü.
Sandıktan çıkmak isteyen önce, oyuna talip olduğu halkın aklına, varlığına, taleplerine, değerlerine, ferasetine ve elbette sandıktan çıkacak iradesine saygı duymayı öğrense nasıl olur?
Ya da halkın oy kullanma salahiyetine sahip olmadığını, oy kullanan herkesin -mesela “çobanların”, mesela “kolları bacakları güdük ve kıllı olanların”, “bidon kafalıların”, “göbeğini kaşıyanların”, “başına bez parçaları dolayanların, falan filanların”- oyunun kendileriyle eşit olamayacağını düşünenler biraz gerçekçi olsa da sadece mavi kanlılardan oy istese.
Daha düne dek “Cemaatin badem bıyığına, gümüş yüzüğüne, “nezaketle çöken kabus” diye tanımladıkları sinsi yapılanmasına” bulantı hissiyle laf edenler bugün “ille de Ayten” diye tutturmalarının ne sahici, ne inandırıcı olduğunu anlayıverseler, ha?
Onlara bunu anlatmaya çalışanlar da az değil üstelik.
“Halk bilerek oy verir oysa. Buna inandıramıyorum ben siyaset adamlarını. Mış gibi yapıp halkı kandıramazsınız” diyordu daha dün, halkın nabzını tutmakta usta olan Tarhan Erdem Taraf’ta çıkan röportajında. “Mansur Yavaş ile, Mustafa Sarıgül ile, laiklik vurgusu yapmayarak, daha kucaklayıcı olarak vs. oyunu artıramaz mı CHP” şeklindeki soruya.
Ya...
Kemal Bey’in çok değerli oyu
Söylemezsem çatlarım: Seçim sonuçlarının bütün mühendislik çalışmalarına rağmen istedikleri gibi olmayacağını anlayınca hızla yeni bir algı operasyonuna girişenlere kendi adıma küçük, insanlık namına büyük bir tavsiyem olacak.
Boş verin sandığı, sandıktan çıkacak sonuca şimdiden kara çalmayı.
Bunun yerine açıktan desteklediğiniz -ki olabilir bence- siyasi partinin sayın genel başkanına kayıtlı olduğu sandığı bir an önce tespit etmesini ve de 30 Mart günü oy kullanmayı unutmamasını hatırlatsanız çok daha iyi olmaz mı?
Bir oy bir oydur, ne de olsa.