Ali, ah Ali...

Darbeleri ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu’na bu kez Ali Kırca konuk oldu ve eteğindeki taşları döktü.

Kırca’nın anlattıklarına geçmeden önce, komisyon üyelerine bir şey sormak istiyorum:

Herkesi dinliyorsunuz, bütün tanıklıkları zapta geçiriyorsunuz, neredeyse soru sorduğunuz her kişiden darbenin “kötü bir şey” olduğuna ilişkin cevaplar alıyorsunuz, böylece müthiş bir tatmin duygusu uyandırıyorsunuz, hepsi iyi hoş da, zapta geçirdiğiniz “yalanlar” ne olacak?

Bunu ayıklayacak yahut nötralize edecek bir mekanizma yok mu?

Bir tekzip müessesesi...

Bir düzeltme organı...

Ne bileyim, “karşı tanıklık” türünden bir uygulama...

Soru sorduklarınız, gözünüzün içine baka baka yalan söylüyor, gerçekleri tahrif ediyor, kolpa yapıyor, düpedüz dalgasını geçiyor ama siz anlatılanları serinkanlı bir “konumlandırma” çabası içinde zapta geçirmeye devam ediyorsunuz.

Mesela Ali Kırca...

Bu arkadaşımızı da çağırdınız, iyi ettiniz... 28 Şubat darbesinin olgunlaşmasında ve tamama ermesinde yaratıcı katkılarını esirgememiş, düğmeye basanların işini kolaylaştırmak için elinden geleni ardına koymamış bu zatın anlatacakları (yani itirafları) önem arz ediyordu ama itiraf yerine masallar dinlediniz...

Doğru şeyler anlatmadı Ali Kırca...

Hem “yalanlarla” örülü bir geçmiş resmi çizdi, hem de dalgasını geçti.

Elbette bu yalanların takipçisi değilim ama tarihe karşı sorumluluğumuz, meselenin hiç de Ali Kırca’nın anlattığı gibi olmadığını söylememizi gerektiriyor. Bu bir ödevdir...

Kişisel darbeler tarihinden kesitler aktaran Kırca, 27 Mayıs gerçekleştiğinde 11 yaşındaymış... 12 Mart’a ise “teğmen rütbesindeyken” yakalanmış ve bu darbenin mağduru olmuş... “Darbe örgütüne üye olmak” suçlamasıyla tutuklanmış, idamla yargılanmış, beş buçuk ay içeride yatmış, beraat kararından bir gün sonra babasını kaybetmiş, vs...

En büyük kaybı da, askerlikten emekli edilmesi imiş...

Peki, bu dönemde (yani 12 Mart’ta) kendilerini örgütleyen birileri var mıymış?

Hayır yokmuş...

En yüksek rütbelileri teğmenmiş ve kimse de böyle bir örgütlenme içinde değilmiş...

Peki, ünlü Denizciler Bildirisi?

Ki, bu bildirinin, “dışarıda” eylem yapanları (Kızılay meydanında mısır patlatır gibi bomba patlatan Deniz Gezmiş’leri, Mahir Çayan’ları, şunları bunları) desteklemek amacıyla kaleme alındığını ve metin yazarının da Deniz Teğmen Ali Kırca olduğunu artık Sağır Sultan bile biliyor. (Konunun ayrıntısı için bkz. Hasan Cemal “Kimse Kızmasın, Kendimi Yazdım.”)

Haa, o bildiri mi?

Bildiri değilmiş canım... “Genç insanların delikanlı kararlarıymış...”

Biz elbette Ali Kırca’dan dürüst ve namuslu bir özeleştiri beklemiyoruz.

İşin Madanoğlu ve İlhan Selçuk boyutunu kurcalamasını; Celil Gürkan’lar, İrfan Solmazer’ler, Talat Turhan’lar bahsine girmesini de beklemiyoruz.

Kızılay meydanında patlatılan bombaları kimin temin ettiğini açıklamasını hiç beklemiyoruz.

Hiç değilse dalga geçmesin... Bunu bekliyoruz...

Kendisini “darbe mağduru” ilan eden Ali Kırca, 28 Şubat’la ilgili soruları da cevaplamış.

O cevaplara girmek istemiyorum.

Hem sütun doldu... Hem de midemin kaldıracağını düşünmüyorum.

Şu kadarını söyleyeyim:

Darbenin tedvirine memur edilmiş arkadaşların yeri “Darbeleri ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu” değil, savcılık makamıdır... Gitsinler, aklansınlar, sonra çıkıp konuşsunlar...