Almanların başına taş mı düştü, ne oldu?

Türkiye’ye karşı olumsuz bir içerikle çıkması beklenirken oldukça dengeli bir yaklaşım içerdiği görülen bu yılki İlerleme Raporu’nu ve ardından gelen müzakerelere yeniden başlama kararını nasıl değerlendirmek lazım? Öncelikle Türkiye’nin Avrupa Birliği ile ilişkisinin diğer aday ülkelerinkinden farklı, çok özel bir ilişki olduğunu unutmadan... Yani Birlik’e tam üyelik hedefinden ziyade toplumsal yapımızı ve siyasal sistemimizi Avrupa’nın temsil ettiği “medeni normlar”a ve sosyo-ekonomik standartlara eriştirmek hedefini gözeten yaklaşıma sahip çıkarak...

Diğer yandan, Türkiye’nin kendi bölgesindeki etkinliğinin önemli ölçüde Avrupa’yla ilişkileri ve Batı dünyası “içindeki” yeri sayesinde olduğunu ve yine aynı şekilde Batı dünyasındaki itibarını da kendi bölgesindeki nüfuzuna borçlu sayılması gerektiğini akıldan çıkarmadan...

Ancak, bu arada akıldan çıkarmamamız gereken çok önemli bir husus daha var: Avrupa Birliği’ni oluşturan başlıca güçlerle Türkiye’nin politik çıkarları çoğu zaman çakışmayabiliyor. Açıkçası Kürt ayrılıkçılığı veya Alevi meselesi gibi konuların öteden beri Almanya ve Fransa gibi ülkelerin yakın ilgi alanında bulunması bizim açımızdan tedirginlik ve kuşku uyandırıcı olagelmiştir. Buna karşılık kıta Avrupa’sında Türkiye’nin AB’ye üyelik talebinin kabulünü “Amerika’nın Truva atını içeriye almak” anlamına geleceğini düşünenlerden böyle bir gelişmenin öncelikle Birlik’in Hıristiyan kimliğine zarar vermesinden endişe edenlere kadar uzanan ve hızla yükselen ırkçı/yabancı düşmanı hareketleri de içine alan geniş bir yelpazede Türkiye aleyhtarlığı söz konusu.

Elbette Türkiye’nin AB üyeliğini destekleyen, bunun Avrupa’ya stratejik derinlik kazandıracağını düşünenler de var. Tam üyelik hiçbir zaman gerçekleşmese bile Türkiye ile özel bir ilişki içinde olmayı önemseyen, “her halükarda Türkiye dostumuz olsun, düşmanımız değil” diye düşünen seçkinleri de var Avrupa’nın. Diğer yanda Türkiye’ye açıkça hayır da diyemeyen ama ya kendi toplumlarındaki popüler eğilimlere karşı koyamadığı için ya da zihinlerinde başka türlü bir Avrupa tasarımı olduğu için her fırsatta önümüze birtakım engeller çıkaran siyasetçileri de var Avrupa’nın.

Gelelim bu yılki ilerleme raporuna... 2013 raporu elbette Türkiye övgüsüyle dolu değil ama şaşırtıcı biçimde son zamanlardaki en dengeli, en yapıcı metinlerden biri. Şaşırtıcı biçimde dedim, çünkü taraflar arasında son dönemde oluşan soğukluk devam ediyordu. Üstüne üstlük daha birkaç ay önce yaşanan Gezi Parkı olayları ve hükümetin buna müdahale biçimi bu soğukluğu karşılıklı suçlamalarla zirve noktaya taşımıştı. Bir taraf olaylardaki polis müdahalesinin “Avrupa standartlarına ve Avrupa değerlerine uygun olmadığı” eleştirisinde bulunurken diğer taraf göstericilerin arkasında Avrupalı güçlerin bulunduğunu ima eden açıklamalar yapıyordu. Dolayısıyla böyle bir psikolojik atmosferde kaleme alınacak 2013 ilerleme raporunun Türkiye hakkında olumlu ifadeler barındırmayacak bir metin olması beklentisi (veya bazılarımız için “kaygısı”) söz konusuydu.

Öyle olmadı. Çünkü bu arada hükümetin “demokratikleşme paketi” açıklandı. Paketin içeriği AB yetkili organlarının bugüne kadar Türkiye’den talep etmekte oldukları çizgide olunca ilerleme raporunun içeriği ve yaklaşımı çok ciddi şekilde değişti ve ortaya bizim açımızdan olumlu sayılması gereken bir metin çıktı. İlerleme Raporu’nun ardından da Avrupa Birliği’nin üç yıllık bir aradan sonra Türkiye ile yeni müzakerelere başlama kararı geldi...

Yalnız şu da var: AB Komisyonu -eğer isteseydi- demokratikleşme paketini çok fazla önemsemeden Gezi Parkı olaylarına yoğunlaşmayı tercih ederek olumsuz bir metin de ortaya koyabilirdi. Aynı şekilde Almanlar 22. başlığın açılıp müzakerelerin yeniden başlamasına onay vermeyebilirlerdi.

Belki de Avrupa Türkiye’ye karşı olumlu bir adım atmak istiyordu ve paket bunun için fırsat oldu. Bu ihtimali özellikle bölgemizde değişmekte olan siyasi dengeleri de göz önüne alarak değerlendirmekte fayda var.

Belki ABD-İran yakınlaşmasının uyandırdığı yeni beklentiler belki de “Avrupasız Türkiye”nin de “Türkiyesiz Avrupa”nın da özellikle Ortadoğu’nun karmaşık nüfuz ilişkileri içinde “eksik güç”le hareket etmek zorunda kalacağı kaygısı bu yaklaşımda etkili olmuş olabilir...

Ne olursa olsun ilişkilerde yaşanan kırıklığın taraflara fayda değil, zarar verdiği anlaşılmış olmalı. Şimdi karşılıklı olarak eski kırıklıkları tamir edip yeniden yola koyulma iradesi ortaya çıkmış gibi görünüyor. Hayırlısı...