Almanya’ya sömürge lazým olunca

Tarihçiler açýsýndan yýldönümleri kaçýnýlmaz gündem konusudur. Nitekim bu yýl 100. yýldönümü vesilesiyle Birinci Dünya Savaþý dünyanýn pek çok yerinde tarihçilerin bütün yönleriyle yeniden masaya yatýrdýklarý bir konu oldu. Maalesef bizde ise bir literatür patlamasý henüz yaþanmadý.

 

Zamanýnda harbi umumi olarak adlandýrýlan büyük dünya savaþýnýn ilk olduðu, daha o sýrada tabiî ki bilinemezdi. Ýkinciyle karþýlaþýldýðýnda bunun ilk olduðu belli olmuþ oldu. Savaþ, adeta geliyorum demiþti. Son on yýllarý yakýndan izleyenler, adeta yanardaðýn içten içe kaynamakta olduðunu herhalde fark etmiþlerdi. Yine de gönüllerinden geçen herhalde bu deðildi. Savaþýn nedenleri nelerdi acaba?        

Bu soruyu sýnav sorusu olarak sorarsak, sýnav süresini birkaç güne kadar çýkarmak gerekir. Çünkü, nedenleri uzun bir liste tutacaktýr. Yine de en temel meseleleri hatýrlayabiliriz.

Sömürgecilik yarýþý

19. yüz yýlýn ikinci yarýsýndan itibaren on yýllar boyunca sürecek sömürgecilik yarýþý çoktan baþlamýþtý bile. Avrupa’da sanayi devrimini gerçekleþtirmiþ olan ülkeler, baþta Ýngiltere ve Fransa, dünyanýn geri kalanýnda, Asya’da, Afrika’da, tarýmsal toplumlarý kendi topraklarýna katmýþlardý bile. Sanayi devrimi, bunu gerçekleþtirenlerle gerçekleþtiremeyenler arasýndaki güç dengesini bir daha geri dönüþü olmayacak þekilde temelinden bozmuþtu. Sanayi devriminin yarattýðý sonuçlar, sanayi ülkelerinin diðerleri üzerinde askerî hegemonyasýný mutlaklaþtýrmýþtý. Hiçbir þey onlarla rekabet edebilecek durumda deðildi artýk. Bu bakýmdan çok kýsa süre içinde dünyanýn çok büyük bir kýsmý, çok küçük bir bölümünün eline geçti. Onun egemenliðinde ona tâbi oldu.

Ýngiltere ile Fransa ise milyonlarca kilometre kare topraðý sömürge olarak ele geçirmiþti. Ýki ülke arasýndaki rekabet uzun yýllar sürdü; sonunda kurulan statükonun devamýnda anlaþtýlar. Ýngiliz-Fransýz anlaþmasý bu düzenin sonsuza kadar süreceðini düþündürtebilirdi; ama öyle olmadý. Almanya, ulusal devletini çok geç kurabildi. Avrupa’da bunu en geç baþarabilen ülkeydi. Ýtalya’dan hemen sonra. Almanya, 1871 yýlýnda Avrupa’nýn en güçlü kara ordusu olarak bilinen Fransa’yý dize getirerek bunu baþarabilmiþti. Zaten sanayi devrimini daha önceden büyük ölçüde tamamlamýþ bir ülke olarak, hýzla sömürge yarýþýna katýlma gereðini hissetti.

Sanayi ülkelerine sömürge lâzým

Almanya’nýn da Ýngiltere ve Fransa kadar sömürgeye ihtiyacý vardý. Nihayetinde sanayi ülkelerinin büyük miktarda hammaddeye ihtiyacý vardý. Onu besleyecek sürekli ve düzenli bir hammadde akýþý olmadan sanayi çalýþamazdý. Üstelik bunun sömürgelerden saðlanmasý, hammaddenin ucuza gelmesine neden oluyordu. Mýsýr’ýn pamuðu meselâ, Ýngiltere’nin tekstil sanayiini besliyordu. Sömürgelerin faydasý bununla da sýnýrlý deðildi. Sanayi ürünlerinin sadece sanayileþmiþ ülkelerde pazara çýkmasý yeterli deðildi. Bol ve ucuz sanayi üretiminin ayný zamanda ve daha geniþ oranda bu sömürge topraklarýndaki pazarlarda da satýlmasý gerekiyordu. Böylece sistem tamamlanmýþ oluyordu.

Ama Almanya da sanayi ülkesi olarak ayný rekabet içindeydi; ama dezavantajý çoktu. Ata sözünün dediði gibi, sömürgecilik yarýþýnda erken kalkan yol almýþ; Ýngiltere ile Fransa çoktan dünyayý paylaþmýþtý. Geriye kalan kýrýk dökük yerler ise Almanya’yý tatmin etmekten çok uzaktý. Almanya, sona kalmýþ ve dona da kalmýþtý. Bu bakýmdan Almanya, bir süre sonra bu dünya düzenini kendisine karþý bir haksýzlýk olarak görmeye baþladý. Ýki büyük devasa devlete, Ýngiltere ile Fransa’ya dönerek, dünyanýn ‘daha âdil’ paylaþýlmasýný istedi. Kendisine de hakký olanýn verilmesi gerekiyordu. Aksi halde, bu düzenin deðiþtirilmesi için mücadele etmeye kararlýydý.

Almanya’nýn ataklarý

Almanya, Avrupa’nýn tam ortasýnda büyük bir kara devleti olarak doðmuþtu. Eðer dünya çapýnda bir sömürge imparatorluðu kurmak istiyorsa, kýsa sürede güçlü bir donanmaya sahip olmasý gerektiðini anladý. Týpký Ýngiltere ve Fransa’nýn sahip olduðuna benzer modern bir donanma kurmak üzere hýzla harekete geçti. Dünya denizlerine hâkim olmadan bu rekabette yer alamayacaðýný anlamýþtý. Almanya, yalnýz da kalmamalýydý. Ýki devasa güçle yanýnda müttefik olmadan tek baþýna kalmanýn bu rekabette dezavantaj oluþturacaðýný biliyordu. Bunun için önce Avusturya-Macaristan’ý yanýna aldý. Böylece Avrupa’nýn ortasýnda Kuzey Buz denizinden Ýtalya’ya kadar olan devasa topraklarda iki büyük kara ordusunu birleþtirmiþ oldu. Aslýnda aklýnda Rusya’yý da yanýna almak vardý. Denedi de. Ama olmadý. Çünkü Rusya da, Avrupa’nýn sanayileþmekte geri kalmýþ ülkesi olarak, kendi gücü oranýnda ve belki de o oraný da aþan þekilde bu sömürge avýnda iddialýydý. Uzak doðuda, Çin’de, Mançurya’da, Osmanlý’nýn doðu Anadolu topraklarý üzerinde, boðazlarda; daha da ötesi Balkanlar’da ýsrarlý talepleri vardý.

Almanya, Balkanlar konusunda Moskova ile Viyana’yý elinden geldiðince uzlaþtýrmaya çalýþtýysa da, bunu baþaramadý. Balkanlar, bu iki büyük ülkenin bir araya gelmesini engelleyen baþlýca paylaþýlamayan topraklardý. Almanya’nýn nihayet bir tercihte bulunmasý gerekiyordu ve o da Rusya’yý dýþarýda býrakmaya karar verdi. Rusya da, kendisine daha geniþ ikramlarda bulunan ve bunu vaat eden diðer rakip gruba katýlmaya karar verdi. Böylece Ýngiltere ile Fransa Rusya ile ittifak kurdu. Avrupa’da önemli bir üçgen kapanmýþtý.

Bu üçgeni bir kapana da benzetebiliriz; þöyle ki: Þimdi üç büyük kara ve donanma gücü, Avrupa’nýn ortasýnda kendilerine meydan okuyan iki büyük devleti batýsýndan ve doðusundan çevrelemiþti. Sýnýrlanmýþ ve adeta hapsedilmiþti. Meydan okumaya devam ederse, bu üç büyük güç tarafýndan boðulabilirdi.

Askerî kamplaþmalar

Ýþte böyle, Avrupa’daki kutuplaþma, kamplaþma ve siyasî rekabetten askerî rekabete dönüþ, 20. yüz yýla damgasýný vuracak þekilde hazýrlanmýþtý. Artýk Avrupa, bir boks ringini andýracak þekilde, kýrmýzý köþe ile mavi köþenin kavgasýna hazýrdý. Bundan böyle her anlaþmazlýk ayrý bir kriz, her kriz, ayrý bir rekabetin parçasý olarak kendisini gösterecektir. Endüstri toplumlarýnýn askerî gücü de o zamana kadar görülmemiþ ölçüde geniþlemiþ ve artmýþtý. O kadar güç yoðunlaþmasý olmuþtu ki, savaþ baþlamadan önce bunu ölçmek ve tahmin etmek imkâný bile yoktu.

Diðer ülkelere gelince; Ýtalya, bu iki kamp arasýnda epey tereddüt etti. Onun da kendine göre talepleri vardý. Bu taleplerini her iki kampýn kendisine ne ölçüde sunacaðýný test etmek istedi önce. Ýtalya özellikle Kuzey Afrika’da ve küçük Asya’da toprak talebinde bulunuyordu. Ama Viyana ile anlaþmazlýk içindeydi. Onun bu talebini karþýlayacak gruba katýlmaya karar verdi. Önceleri epey süre Almanya ile flört ettiyse de, savaþ baþlayýncaya kadar aðýrdan aldý; savaþ baþlayýnca da hangi tarafýn kazanacaðýndan emin olmadan adým atmaktan çekindi. Nihayet en sonunda doðru tercihte bulunacak ve Almanya karþýtý cepheye katýlacaktýr.

Milliyetçilikler volkan gibi patlarken…
 
Ulusal onur, ulusal gurur ve onun yarattýðý patlamalar, genellikle ilk silâh sesinden hemen önce duyulan son sözlerdir. Avrupa askerî kamplaþmanýn ikiz kardeþi milliyetçi öfke patlamalarýna da sahne oluyordu. Alman milliyetçiliði, yanardaðý þeklinde patlamýþ ve her yöne kül ve duman püskürtüyordu. Asýl büyük patlamanýn çok yakýnda olduðunu adeta haber vererek… Yeni doðmuþ pek çok Balkan ülkesi, çok uzun yýllardan beri milliyetçilik kýskacý altýnda kalmýþtý. Osmanlý’dan daha dün denebilecek kadar yakýn bir tarihte ayrýlmayý baþaran Balkan devletleri, çok kýsa bir süre önce Balkan savaþlarýnda birbirleriyle de kýyasýya, adeta ölümcül bir rekabet içinde olduklarýný zaten belli etmiþlerdi. Nasýl olmasýnlar ki, her birinin kendine göre bir millî davasý vardý. Yunanistan, karþý kýyýlarla birlikte Büyük Yunanistan; Bulgaristan Yunanistan üzerinden yeniden Ege’ye çýkan bir Büyük Bulgaristan; Sýrbistan ise, Viyana’nýn el koyduðu topraklarýn dýþýnda büyük Sýrbistan idealini millî hedef olarak ortaya koymuþtu.
 
Elbette; bu küçük devletler ‘ateþ olsa cürmü kadar yer yakar’dý diyecek olanlar çýkabilir. Belki. Fakat iþin bir baþka yönü daha vardý; bu patlamaya hazýr volkanlarýn son itici gücünü de, yine büyük devletler oluþturuyordu. Rusya, Sýrbistan’ýn arkasýnda, onu Avusturya-Macaristan’a karþý koruma sözüyle duruyordu; Viyana ise, Berlin’le ittifaký içinde güven içindeydi. Sýrp milliyetçiliði Avusturya-Macaristan veliahtýný suikastle öldürürken, herhalde bir dünya savaþýna yol açmak amacýnda deðildi; yanardaðlarýn topluca püskürmesine yalnýzca küçük bir vesile kaldýðýný da bilmiyordu. Cehenneme açýlan kapýnýn kilidi kýrýlmýþtý. Ama hiç kimse bunun cehenneme açýlan kapý olduðunun farkýnda deðildi yalnýzca.