Ne güzel şarlıyorlar... Ne güzel, ne rahat, ne kolay küfrediyorlar... Risksiz alanlarda ne güzel “muhalefet rolü” oynuyorlar. Generallerin karşısında el pençe duruyorlardı, siyasilere aslan kesiliyorlar.
Efendim, “Başçalan” medya patronunu aramış...
Medya patronu, yayınlanan malum haberden dolayı üzüntülerini bildirmiş...
Hatta ağlamış...
Meslektaşlarımız peş peşe isyan yazıları yazıyor: Hiç olur muymuş böyle şey! Bu ne rezaletmiş! Meslekleri ardına resmen utanmışlar! Gazetecilik bu durumlara mı düşecekmiş! Medya patronları siyasetçiler karşısında böyle kırılgan mı olacakmış! Abdülhamit devrinde mi yaşıyormuşuz! Abdülhamit döneminde bile bu kadarı olmamış...
Bu şekilde uzayıp giden yazılar...
İtiraf etmek gerekirse, tümü de haklı bu serzenişlerin...
Böyle şey olmaz... Olmamalı.
Fakat ben, ne yalan söyleyeyim, kendimi serzeniş noktasında görmüyorum. Kendilerini serzeniş noktasında görenlerin de, yerlerini hak ettiğini düşünmüyorum.
Büyük bir sahtelik var.
Hiçbir haklı serzeniş, bu sahteliği gizleyemez
Hiçbir “haklı isyan yazısı”, işlenen medya cinayetlerini gölgeleyemez...
Hiçbir Abdülhamit analojisi, “biriktirdikleri pisliği” temizleyemez...
Biraz da patronlarına, intisap ettikleri medya organlarına bakacaklar... “Neden devletle akçalı ilişkilere giriyorsun patron?” diye soracaklar... Aldıkları astronomik maaşların kaynağını sorgulayacaklar. Niçin o pahalı villalarda oturduklarını merak edecekler. “Bu karton fabrikası da nerden çıktı?” diyecekler... “Otomotiv yatırımı da neyin nesi? Petrolcülük yapma merakı da nerden depreşti? O bankalar hangi parayla satın alındı? Devlet hatlarında ihale kovalamak da ne oluyor? Enerji dağıtımı işine girmek bir meslek faaliyeti midir? Porno dergi çıkarmak merakı nedir? Müzik yapımcılığı da nerden icap etti? Gazeteci bu tür işlere girer mi? Gazeteci canlı hayvan ticareti yapar mı? Gazeteci aynı zamanda prodüktör, aynı zamanda, madenci, aynı zamanda reklamcı, aynı zamanda trafik müşaviri olur mu?”
Bu soruları soracaklar...
Sonra, “Ne gazeteciliği kardeşim? Biz burada dükkan açtık, para kazanıyoruz” diyen “mutlu” ve “şişman” arkadaşlarını hatırlayacaklar.
Efendim, gazetecinin ne yazacağını siyasi iktidar mı belirleyecekmiş!
Elbette gazetecinin ne yazacağını siyasi iktidar belirlemeyecek ama sen “belirlenmeye” hevesli olursan, bir “belirleyen” de çıkacaktır.
Sen devletten teşvik dilenirsen, ihale peşinden koşarsan, siyasilerle akçalı ilişkilere girersen, kamu kesesinden petrolcülük ve bankacılık yaparsan, devlet de gelip seni “belirler...”
Hiç ağlama. Ayrıca ağlama hakkın yok.
Efendim, “Alo Fatih...”
Sen “Alo Fatih”i bırak da, “Alo Hasan”dan haber ver...
Her gün, “Üst düzey bir general beni aradı. Dedi ki...” cümlesiyle yazıya başlayan, siyasileri Menderes’in akıbetiyle korkutmayı alışkanlık haline getirmiş ve meslek hayatını bu kolpa üzerine kurmuş gazeteci kim? Biraz da ona bak.
Biraz da pıtrak ortalığa saçılan “Alo Aydın”lara, “Alo Ertuğrul”lara, “Alo Enis”lere, “Alo Zafer”lere, “Alo Ekrem”lere, “Alo Hidayet”lere bak...
Maaile reklam şirketi kurup belediyeyi haraca kesen, haraç imkânı elinden alınınca “muhalefet rolü” oynayan sahtekâra bak...
Karargâhı suyolu yapan hokkabaza bak...
Karargâhtan gelen emirleri manşete çakan soytarıya bak...
İşlenen cinayetlere bak...
Hrant Dink’in, Orhan Pamuk’un, Ahmet Kaya’nın başına getirilenlere bak.
Bak ki, serzenişinde haklı olabilesin!