67. Cannes Film Festivali’nde yarýþmayý yarýladýk ve henüz “Kýþ Uykusu”nun üzerine film izlemedik! Nuri Bilge Ceylan ve ekibi çok emek vererek mükemmeli yakalamaya gayret ettiði için ödül kazansalar da kazanmasalar da “hak etmiþ” olacaklar.
Bugüne dek izlediðimiz bazý parlak filmler göz kamaþtýracaklarýna gözkapaklarýmýzý aþaðý çektiler! Örneðin Bertrand Bonello’nun “Saint Laurent”ý... Ünlü modacý Yves Saint Laurent hem profesyonel hem özel hayatýyla çok renkli, çok zengin malzeme sunan bir kiþilik... Ama film iki buçuk saatlik süresine raðmen Saint Laurent’ý canlandýran Gaspard Uliel’in sigara içtiði yakýn planlarýyla ve iþ görüþmeleriyle vakit dolduruyor.
Atom Egoyan’ýn sýk sýk ele aldýðý çocuðunu kaybetme travmasýný konu alan ama günümüz teknolojisiyle pedofillerin ne denli büyük bir risk oluþturduðunun da altýný çizen “The Captive”i vizyona girse belli ölçüde bir ilgiyle izlenir. Röntgencilik, büyük þirketlerin sosyal hayattaki rolünü sorgulama, polislerin kiþisel sorunlarýný da çözmek için pedofillerle mücadele etmesi baþta olmak üzere birçok þeye deðinen, iyi kotarýlmýþ bir film ama Egoyan’ýn eski filmlerinin düzeyine çýkmýyor.
***
Damian Szifron’un “Relatos Salvajes”i ise “Cannes’da ne iþi var?” diye sorduran bir film! Yapýmcýsý Pedro Almodovar hatrýna da olsa fazlasýyla þiddet içeren kara komedi türünden skeçlerin arka arkaya sýralanmasýndan oluþan bir yapýma iltifat edemeyeceðim! Geçen yýl Jia Zhang Ke, Çin’de yaþanmýþ gerçek olaylarý anlamlý bir bütün haline getirecek bir çerçeve çizmiþti “Günahýn Dokunuþu”nda... Hakikaten önemli bir filme imza atmýþtý... Bu yýl jüri üyesi sýfatýyla Szifron’ýn filmini görünce suçluluk hisseder herhalde!
Ýngiliz basýnýn yere göðe koyamadýðý “Mr. Turner”a gelince: Mike Leigh Ýngiliz resim sanatýnýn önde gelen bir temsilcisini psikolojik derinliðiyle, özel hayatýyla, kiþilik özellikleriyle beyazperdeye yansýtýyor. Gözde oyuncularýndan Timothy Spall’u sallapati bir hale getiren beden diliyle, hayvani homurtular çýkaran sesiyle bambaþka bir ‘yaratýk’ haline getirmiþ William Turner rolünde. Ama dijital zamanlarda elini bol tutan yeni yetme yönetmenler gibi filmi gereksiz yere uzatmýþ.
Tommy Lee Jones’un “The Homesman”i atipik bir western. “Erkek gibi” kadýn kahramaný Hillary Swank aracýlýðýyla güçlü ve cesur kadýnlar yalnýz kalmaya mahkumdur diyor, Vahþi Batý’ya yeni bir hayat kurmak için giden kadýnlarýn umutsuzluðuna deðiniyor. Ama filmin aslan payýný bizzat canlandýrdýðý baðýmsýz ruhlu, Kýzýlderili düþmaný eski askere veriyor.
Cronenberg “Maps to the Stars” özelde Hollywood genelde Amerikan rüyasý eleþtirisi yapýyor. Tabloidlerde yer verilen türden marazi iliþkilerin yol açtýðý þiddeti hicvediyor ama Altýn Palmiyelik bir film olmaktan uzak. Bennet Miller’ýn þizofren milyarder John Du Pont’un Olimpiyat madalyalý güreþçi Dave Schulz’u öldürmesine uzanan olaylarý anlattýðý “Foxcatcher” karanlýk ve soðuk atmosferiyle, ima ettiði tuhaf aþk üçgeniyle ilginç ama meselesini net olarak ortaya koyamayan bir film.
Ýlk filmi “Corpo Celeste” ile sevdiðimiz Alice Rochrwacher taze, farklý bir yaklaþýmla vahþi kapitalizmin endüstriyel olmayan tarým ve hayvancýlýðý yok etme tehdidi fonunda, cesur bir kýz çocuðunun büyüme öyküsünü anlatýrken geçmiþin siyasi, bugünün çevresel mücadelelerini, televizyonlarýn zevzekliðini, ataerkil aile yapýsýnýn þiddet potansiyelini de ele alýyor.
Abderrahmane Sissako’nun “Timbuktu”su hem güncel bir meseleyi ele alýyor hem de yönetmenin fragmantal anlatýmý içinde sinema duygusu güçlü ve samimi sekanslarýyla izleyiciyi yakalýyor. Bir tercih olarak mükemmel film yapmayan Sissako, nereden çýkýp geldikleri belli olmayan cihatçýlarýn zaten mümin Müslümanlardan oluþan Timbuktu halkýna terör estirmesini onlarýn da pasif direniþini absürd mizahla anlatýyor.
Altýn Palmiye’nin kalan sekiz adayý arasýnda Godard’ýn “Adieu au Langage” bile var. Bakalým daha güçlü bir toplam oluþturacaklar mý...