Altmış iki seksen dört: Baba!

Seçim münasebetiyle özeleştiri nev'inden pek çok kişi muhasebe yazıları kaleme alıyor, ekranlarda konuşuyor, sıygaya çekmeyi savunuyor.

Bunlara lafımız yok. Ancak doğru merkezden uzaklaşılıyor düşüncesindeyiz.

Zira son on yıldır pergelin sabit ayağını titretmiş durumdayız. Kavislerimiz bir türlü doğru çizgiyi isabet ettiremiyor!

Mesela; çok kıymetli bir kavramın manasının da somut karşılığının da içini boşaltmış durumdayız. Baba!

Baba figürünü, empoze edildiğimiz kültürle yok etmeyi başardık! Babayı aileden uzaklaştırdık!

AB'ye taahhüdümüz olan sosyal politikalar gereği engelliye, yaşlıya, kadına, işsize, dezavantajlı gruplara düzenli şekilde yapılan ve arzulandığı şekilde geri dönüşü sağlanamayan onlarca yatırım var. Pek tabi yapılsın. Ancak buralara yapılan yatırımların önemli bir kısmı baba figürüne yatırılmalı.

Baba onuru babaya geri verilmeli.

Verilmeli ki baba figürü kültürümüze ve ailemize yeniden yerleşsin.

Babaya yapılacak her yatırımın büyük kısmı zaten çocuğa, anneye, yaşlıya doğal yoldan ulaşmış olacaktır.

Baba, ailesiyle paylaştığında baba olabiliyordu. Oysa günümüzde baba figürü artık ciddiye alınmayan bir figüre dönüştü!

Bu sosyal yardımlar aile içi ilişkileri gevşetiyor. Ve aile bireyleri babayı cezalandırma aparatına döndürülüyorlar.

Pedagojik açıdan baba figürünün çocuk üzerindeki etkilerini konuşacak değiliz. Ailede baba figürü şeklinde bir literatür taraması yapılması kâfi.

Hatırlayalım, altı ay önce bir video ortalıkta dolaşıyordu. Daha 13-14 yaşlarında bir kız çocuğu babasını altmış iki seksen dörtle tehdit ediyordu! "Telefon açar seni şikâyet ederim hemen alırlar"!

Ne hazin değil mi?

Öz kültürümüzde, irfanımızda, geleneğimizde olduğu şekliyle onurunu babaya geri verelim. Babaya bağlı olarak çocuğu hak ettiği yere koyalım, eşi-anneyi hak ettiği makama yerleştirelim. Aileyi hak ettiği yere mutlaka koyalım.

Sahurda TV'de denk geldim. Bir kadın programa bağlandı. "İkiz kızlarım var. Bir tanesi yirmi dört yaşındayken bizden habersiz cinsiyet değiştirme ameliyatı oldu. Canım çok yanıyor." dedi.

Hocaya kızıyla ilgili hükmü sordu!

Bu örnekler toplumun derininde kapanmaz yaralar açıyor. Öyle unutturarak olmuyor ki...

LGBT lobileri alçakça her türlü çalışmayı yaparken biz aileyi nasıl özveri ve çabadan uzak bırakabiliriz?

Onlarca STK'mız var. Binaları çok güzel, estetik. Girenin içi rahatlıyor. Ancak alınan sonuç tohuma durmayacak bir çekirdek hükmünden öteye geçiyor mu?

Ekipleri kökten değiştirelim, her şeyi, yönetim anlayışını yeniden kurgulayalım. İlk altı ay içinde aile merkezli isabetli çalışmalar yapalım.

Bir üst nesli içeriye, topluma, aileye yeniden kazandıralım.

Parti ve STK teşkilatlarını "yaygın eğitim kurumu" haline getirmek başlangıç kabul edilebilir.

Ne demek bu?

Halkla ilişkiler disiplininde "iç halkla ilişkiler" diye bir tanım var. Bu, senin bünyene, potana girmiş olanların sürekli beslenmesi demek. Sürekli sorunların giderilmesi demek. Taleplerin karşılanması demek. Ya da sürdürülmesi demek.

Ak Partinin on milyon sempatizanı yani üyesi var; halktan, serbest insanlar, memur değil bunlar. Sadece sempatizan. O kadar.

Ertuğrul Özkök'ün dört sene önce bir yazısını okumuştum. Okuduğumda anlamıştım ki bu tayfanın her aşaması planlı.

O kadar planlı ki slim fit elbiseler, dar kalıp gömlekler... Kelebek gibi ceketler, dar ve kısa pantolonlar. Bizim çok da dikkatimizi çekmeyen şeyler belki bunlar ama buralara kadar bile her şeyin planlı olduğunu anlıyorsun.

Dijital mecralar, evet bu mecralar ziyadesiyle tehlike arz ediyor, biliyoruz, hayıflanıyoruz. TV'ler bir şekilde denetlenebiliyor. En azından kontrol edilmiş gibi yapılabiliyor.

Dijitalin takibi ne kadar mümkün?

Gezi olaylarından sonra "İnternet Üst Kurulu" konuşulmuştu. Hatta görev dahi verilmişti.

İki kurum arasında pinpon topuna evrildi yıllarca. Şimdilerde "İnternet Geliştirme Kurulu" adıyla Ulaştırma Bakanlığı altında hizmet verecek nasipse.

Takibi yapılmalı elbette ama yeter mi hayır.

Alternatifleri üretilmeli. Yasaklamakla iş bitmeyecektir.

Tıpkı gerçek bir baba gibi.

Bu kurum hem toplumda hem de ailede canlanmalı; sadece yasaklayan değil denetleyen, gören ve destek olup çözüm sunan bir baba figürü.

İşin özü, önce aileyi yeniden inşa edeceğiz.

Başka türlü olmaz/olamaz.

Aksi takdirde toplumu inşa edemeyiz. Ve dahi siyaseti inşa edemeyiz.

Dışarıdaki sempatizanı ve içerideki memuru, herkesi kapsayacak "iç halkla ilişkiler" faaliyetleri aile merkezli başlatılırsa isabet edecektir kanaatindeyiz.

Kavis çizemesek bile en azından pergelin sabit ayağını doğru yere sabitlemiş oluruz.

Bir ülkeyi ve toplumu ayakta tutan, diri tutan ve geliştiren üç kuvvet vardır: Aile, Eğitim ve Kültür.

Eğer bu üç sacayağı sağlamsa bugün olmasa da mutlaka bir gün üzerindeki ölü toprağını silkeler ve dünyaya hâkim olmaya başlar.

Bu cümleleri söyleşilerde, seminerlerde ve yazılarımızda sıklıkla dile getiriyoruz. Dile getirmeye de devam edeceğiz.

Çünkü;

Bu yüzyılın ve gelecek yüzyılların gerçekten bizim yüzyılımız olmasını istiyorsak; AİLE, AİLE, AİLE...