Çare, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin “birinci döneminin ruhunu taşıyan “1920-1924 anlayışına geri dönmektir.
Benden “fabrika ayarları” gibi liberal laflar beklemeyin, devletlerin, fabrika ayarı olmaz, kurucu iradenin o devletin kılcal damarlarına kadar uzanan mirası olur.
15 Temmuz 2016 akşamı, 251 insanımızı Amerikan emperyalizminin içimizde yapılandırdığı hainler öldürdü.
Önümüzdeki ana soru şudur: Azmettiren ile mi, yoksa tetikçi ile mi uğraşıp gideceğiz…
Bu, aynı zamanda, Amerika’nın Ortadoğu’daki milis teşkilatı olarak karşımıza dikilen ve emperyalistin bayrağının altından evlatlarımıza kurşun sıkan PKK’nın şehit ettiği binlerce evladımızın kanının hesabının sorulması meselesidir…
Tetikçi yakalandı, hapiste… Adına FETÖ’cü diyoruz…
Tetikçi’nin izini dağlarda, Ortadoğu’nun çöllerinde sürüyoruz, inlerinde temizliyoruz… Adına PKK’lı terörist diyoruz…
Eğer, bu iki örgütün Amerikan emperyalizminin proje örgütleri olduğunda karar birliğindeysek, azmettirici nerede, Washington’da mı, hayır, hala aramızda…
Emperyalizmin yapılandırdığı silahlı bir örgüt ve uzantısındaki “siyasi yapılanmayla” temas, kağıt üzerinde ilan edilmemiş ittifak, meşru siyasi muhatap olarak kabul etmek, “emperyalist işbirlikçiliğidir…”
Emperyalizmin yapılandırdığı ve devletimizin içine soktuğu bir “casusluk örgütünün” silahlı unsurunu ortadan kaldırıp, siyasetteki karakterlerine dokunmamak, bu unsurların yeniden manevra alanına sahip olmasına çanak tutmak, “emperyalist işbirlikçiliğidir…”
…Ve Başkan Erdoğan’ın, Amerikan emperyalizminden gelen her türlü, tehdit, şantaj ve hatta açık saldırıya kulak asmadan, muhatabın tam da gözlerinin içine bakarak S-400’leri 15 Temmuz’un ana karargahı üsse indirtmesi bu nedenle tarihi önem taşımaktadır…
Erdoğan’ın sergilediği liderlik, Gazi Mustafa Kemal’in “cephe meşruiyetine” ve mirasına sahip çıkmaktır…
Belli ki Erdoğan, (etrafındakilere tam olarak anlatabiliyor mu, bilmem) FETÖ ve PKK’nın bu ülkeye verdikleri ağır zararın, kaybettiğimiz masum insanların asıl sorumlusunun “stratejik müttefikimiz”(!) olduğunu biliyor, artık ona göre davranıyor.
Bakmayın, Trump’ın S-400’lere dönük “serin” duruşuna, Türkiye’ye dönük ilk ekonomik saldırı eylül ayında gelecek, sokakları da hareketlendirmeyi hedefleyen ekonomik çalkantının ilk sonuçlarından sonra,asıl taarruzla 2020 Ocak ayında karşılaşacağız..
“Erdoğan’ı yok etmek” stratejisi, Trump’ın başkanlık seçimi kampanyasının merkezinde yer alacak…
Evanjelik-siyonist kitle ile İslamofobik tüm seçmenleri arkasında toplamanın en kestirme yolu, Erdoğan’ı ve haliyle Türkiye’yi tam anlamıyla hedefe oturtmaktır.
O dönem söyledim, kesin cezasını tıkın içeri diye, bu konudaki yüksek morali, Rahip Brunson vakasından kaynaklanmaktadır.
F-35’te Lockheed Martin’in baskısı altında, kıvranıp duruyor…
Ekrem İmamoğlu’nu İBB’deki o makama taşıyansiyasi değil, sosyolojik bir ittifaktır, bu ittifakı bir şekilde yeniden yapılandırmanın stratejisini sürdürüyorlar. Planlanan saldırı gerçekleşene kadar Kılıçdaroğlu-Akşener ikilisi asla “erken seçimden” söz etmeyecektir…
Emperyalizmin hedefi, ekonomik/sosyal kaos ortamında Türkiye’nin erken seçime zorlanmasıdır…
O kaos ortamı derinleşene kadar, bu ülkede herhangi bir parti de “resmen” kurulmayacak…
“Kurtarıcıyı”(!) görmek için kısa da olsa bir zamana ihtiyacımız var…
Geçelim… Anladınız siz beni…
Önümüzdeki asıl sorun, GLADIO-A ve GLADIO-B yapılanmaları çökmüş emperyalistin GLADIO-C’yi nerede yapılandırdığını ortaya çıkarmaktır.
Kuşkusuz, bir başka “paralel yapı”ya ilişkin kaygılarımız ve bazı işaretler var…
Belki de mücadelemiz, yeniden başlıyor…
Tavizsiz ve dik duracağız…