Türkiye'de askerî ve ekonomik sahalardan ayrı olarak, siyasî iktidarları da Amerika'nın değiştirip, oluşturduğuna dair iddialar yeni değildir. Son günlerde bu yöndeki bir iddiaya, önceki yazıda değinilmişti.
Amerika'nın asıl gücü, Birinci Dünya Savaşı sonunda o dönemin Amerikan Başkanı Wilson adına dünyaya ilân edilen 'Wilson Prensipleri'yle kendisini hissettirmeye başlamıştı. Ki, Osmanlı'nın param-parça edilişinin ilham kaynaklarından birisi de, işbu, 'Wilson Prensipleri'ydi.
Ama, Osmanlı'nın enkazı üzerinde kurulan ve onun bütün hukukî alacak ve vereceklerinin de mirasçısı olarak belirlenen Türkiye Devleti'nin sınırlarını çizen 'Temmuz-1923,Lozan Andlaşması', Amerikan Kongresi'nde hâlâ da görüşülmemiştir. Amerikan Hükûmeti, bunu, 'o anlaşma sürecine sadece gözlemci olarak katıldıklarıyla' izah etmektedir, ama, dilediği zaman, 'O andlaşma benim zâten kabulüm değildir.' diyebilmek gücünü de böylece elinde bir koz olarak bulunduruyor.
B. Amerika'nın Ankara'ya gönderdiği sefiri'nin âdeta, 'şöyle söyle...' der gibi âmirâne bakışları arasında, M. Kemâl, 1927'lerde Amerikan halkına hitaben kaydedilen mesajının filmini görmek isteyenler, 'Google'den indirebilirler.
İsmet İnönü zamanında ise... Hele de 2. Dünya Savaşı'na Amerika'nın katılmasından sonra. Roosevelt ve Churchill'in İnönü'yle Adana Buluşmaları ve sonra da; Amerika'nın, 'Biz Hür Dünya olarak, halklarının oylarıyla seçilmemiş rejimleri muhatab kabul etmiyoruz.' gibi açıklamalarıyla, Demokrat Parti'nin kurulması. Ki, İnönü, o zamanki durumu, 'Bizden çok sonralarda kurulan kabile devletleri bile, seçim yapıyordu ve duvarlara bakıp utanıyordum.' diye anlatır.
Sonra, Stalin Rusyası'nın, 'Boğazlar'ın güvenliğini ben siz sağlayacağız.' gibi açık tehditleri karşısında, İnönü Türkiyesi'nin Amerika'ya sığınışı.
*
Ve, kapitalist emperyalizm ile komünist emperyalizm arasında 1950'de patlak veren Kore Savaşı'nda, Amerika'nın isteği üzerine Türkiye de asker gönderip büyük kurbanlar vererek, bir Amerikan Ordusu'nun imha edilmekten kurtarmasına teşekkür mahiyetinde, Türkiye'nin NATO'ya alınması.
Ama, 1959 yılında Sovyet Rusya üzerinde bir Amerikan casusu uçağı 20 bin metrede uçarken düşürülmüş, pilot canlı olarak ele geçirilmiş ve bu uçağın, Adana- İncirlik'ten kalktığını söylemişti.
Amma, Türkiye'nin bundan haberi yoktu.
Sovyet Rusya karşısında güç duruma düşen Adnan Menderes, zevâhiri kurtarmak için, 26 Haziran 1960'da Moskova'ya gidecekti ve Amerika'dan izinsiz olarak.
Ama, o geziden tam bir ay önce, 27 Mayıs 1960 Askerî Darbesi yapılmıştı ve NATO üyesi bir ülkenin ordusunun Amerika'dan habersiz darbe yapabilmesi de imkânsızdı. Ve, Amerika'ya rağmen karşı çıksaydı, darbeciler, Adnan Menderes'i de, TSK adına ve 'kanun gereği, idâm diye', öldüremezlerdi!
Sonraki belgeler de gösteriyor ki, o darbe de, sonraki bütün askerî darbeler de Amerika'nın bilgisi (ve dolayısıyla planlaması ile) tezgâhlanıyordu.
*
Ve 1964 yılında ismi pek bilinmeyen bir Süleyman Demirel, Adalet Partisi Genel Başkanlığı'nı, sırf, Amerikan Başkanı L. Johnson'la kol kola çekilmiş fotoğrafı sâyesinde kazanmıştı.
Aynı Johnson, Kıbrıs'a müdahale üzerine yazdığı ve 'Johnson Mektubu' diye bilinen Türkiye'yi tehdit etmiş, 'bütün limanlarınızı, fabrikalarınızı, sanayi tesislerinizi, tren ve kara yollarınızı bombardıman ederiz.' diye yazmıştı. Bunun üzerine, İnönü'nün, 'Yeni bir dünya kurulur, Türkiye de o yeni dünyadaki yerini alır.' diye karşılık vermesi üzerine, birkaç ay sonra İnönü, bir bütçe oylamasıyla, güya Meclis iradesiyle düşürülmüştü. Sonra da, Demirel iktidara gelmişti.
*
Ve... 12 Mart 1971 Askerî Darbesi'yle Demirel iktidarı da devrilmiş; ülkenin yönetim dizginleri, Amerika'nın eline daha güçlü şekilde geçmişti.
Ama, 'Afyon ekiminin yasaklanmasını isteyen Amerikan talepleri'ne kulak asılmak istenmeyince, 'Sultanahmed Câmii'nin bombardıman edilebileceği' tehdidinde bulunulduğunu yıllar sonra Ecevit itiraf etmişti...
12 Eylûl 1980 Askerî Darbesi'nin başarıya ulaştığı 'müjdesini' ise, NATO'nun Avrupa'daki Kuvvetleri Komutanı Alexander Haig'in, o dönemin Amerikan Başkanı Carter'a, 'Bizim çocuklar başardı.' diye vermesi her şeyi daha bir açıklamıyor mu?
Turgut Özal, Başbakan iken, 1987'lerde, '10 yıl sonraki Genelkurmay Başkanımızın bile kim olacağını Amerika belirliyor. Biz bu oyunu bozduk.' diyerek, generalleri biraz hizaya getirince.
MDP lideri olarak Meclis'te bulunan 'Em. Org. Turgut Sunalp'in, 'Sn. Özal, (hiç hesapta yokken) Torumtay'ın Genel Kurmay Başkanı olacağını Amerikalı bir senatör dostum bana 8 ay önce söylemişti. Şimdi sen bu düzenlemeyi kendin yaptığını sanıyorsun.' deyince. Özal'a saldırması beklenen Süleyman Demirel'in, 'Turgut Paşa, aman böyle konuşma, sonra hepimiz altında kalırız.' demesi, çok şeyler ifade etmiyor muydu?
*
Mart-1994'deki Belediye seçimlerinin sonucunu, Amerika'nın Sesi Radyosu'nun 'Tarih'in iki büyük imparatorluğunun başkenti İstanbul İslâmcıların eline düştü.' diye dehşetle vermesinden 2 sene sonra 1996'da, Erbakan'ın başbakan olması üzerine , hemen ardından, 28 Şubat 1997 Askerî Darbesi'nin tezgâhlanması sırasında, (geçen hafta ölen) Amerikan Dışbakanı Madeleine Albrigth'a, çok çevik bir TSK generalinin, 'Ben ve arkadaşlarım, bu Hükûmet'le mücadele etmeye kesin kararlıyız' demesi üzerine, Albrigth'ın, 'Aman, Meclis aritmetiği yoluyla yapın, ne yapacaksınız..' diye yöntem telkıni ve aynen o yolla bir askerî darbe yapılması. Sonra da, 1998'i sonunda Ecevit'in başbakan yapılıp, PKK elebaşı Öcalan'ın Amerika tarafından Kenya'da yakalanıp Türkiye'ye teslim edilmesi ve Ecevit'in, 'Amerika onu bize niye verdi, hâlâ anlayabilmiş değilim.' demesi. Ki, kamuoyuna o konunun 'Ecevit'in başarısı ' diye gösterilip, 1999 Nisanı'ndaki seçimlerde, Erbakan'ın partisinin geriletilip, Ecevit'in birinci parti durumuna yükseltilmesi.
Böyleyken, Amerikan plânlamasının, sadece bir siyasî düzenleme içinmiş gibi söz konusu edilmesi ve Amerikan dayatmaları karşısında ilk kez bu derece, 'dik duruşlu bir tavır sergilenişi'nin üzerine gölge düşürmeye çalışılması kadar tutarlıdır?
*