An geldi... Şimdi konuşma zamanı...

Neler gördük, neler? Gezi olayları sonrası masanın altına saklananlar... 17 ve 25 Aralık darbe sürecinde sus pus olup masa başka tarafa bakanlar... Neler, neler...

Böyle bir ortamda, birkaç gün önce İhsan Arslan tarafından “kamuoyuna açık mektup” başlığı altında paylaşılan “kişisel manifesto” ÖRNEK OLMASI AÇISINDAN çok önemli...

Sevgili dostlar, şimdi susma zamanı değil... Şimdi konuşma, haykırma hatta “Büyük Türkiye” ve bu yolu açan liderin yanında kükreme zamanı... Tarih, korkakları, susanları, masa altında saklananları, dilini yutanları affetmeyecek... Tarih, konuşanları, tarafını belli edenleri, kendini bu yolda ortaya koyanları yazacak...

Sevgili dostlar, öyle günlerden geçiyoruz ki; bu ülkeyi seven her bireyin kendini, rengini, tarafını belli etme zamanı... Ülkenin lideri, geleceği, halkın seçimi saldırı altındayken ve “TAM BAĞIMSIZ TÜRKİYE yolunda en önemli adıma” günler kalmışken, toplumda sesi duyulan herkesin konuşma, kişisel manifestosunu ortaya koyma zamanı... Bu bağlamda özellikle Türkiye’de ayrıştırılmak, tuzağa düşürülmek istenen vatandaşlarımız üstünde etkili olacağını düşündüğüm bir sesin yükselişini, ortaya koyduğu duruşu çok önemsiyorum... Evet, konuşacaksanız 11 Ağustos sabahı değil şimdi konuşacaksınız... Bugün söylenen sözün değeri var. 11 Ağustos günü değil...

Sevgili dostlar, bu gerçekler ışığında toplumda “sesini duyurabilecek” herkesi, kendi kişisel manifestolarını ortaya koymaya davet ediyor ve bu adımı atan değerli ağabeyimiz İhsan Arslan’ın paylaştığı metinden, ÖRNEK OLMASI ADINA, bir alıntı ile bitirmek istiyorum;

“...An gelir, sesini yükseltmesi gerekir insanın. ‘Söz gümüş ise sükut altındır’ demiş atalarımız. Doğrudur. Ama öyle anlar vardır ki, susmak ihanet, konuşmak vacip olur.

Genelde az konuşan biri olmakla birlikte, bugün mutlaka sesimi duyurmam gerektiğine inanıyorum. Hangi safta durduğumu açıkça gösterme ve bunun gerekçelerini kamuoyuna izah etme ihtiyacı hissediyorum... Hz. İbrahim’in ateşe atılma anında, tarafsızlık ya da tavırsızlık söz konusu olamaz: Ya yangına körükle gideceksin ya da ateşi söndürme umuduyla karınca misali su taşıyacaksın... Gün, kimden yana olduğunu aşikâr kılma günüdür... Türkiye Cumhuriyeti, tam bir dönüm noktasında. 10 Ağustos 2014 tarihinde, devletin kaderi belirlenecek. Bu tarihi günde milletçe, sandık başına giderek tercihimizi yapacağız: “Ya yeni hâl, ya izmihlâl!” Ya yeni bir Türkiye, ya eskiye dönüş eşliğinde eski Türkiye! Tercihlerimizin geleceğimizi şekillendireceği bu tarihi dönüm noktasında, mutlaka sorumluluk bilinciyle hareket etmemiz gerekiyor... Ben eski Türkiye’de, sakallı insanların devlet dairelerine adım atmalarına izin verilmediği günleri hatırlıyorum... Başı örtülü kızımla Selçuklu Üniversitesi’nin kampüsüne alınmadığım günleri hatırlıyorum. Dindar insanların takke-tespih yüzünden hapse atıldıkları ya da sırf bu yüzden işten kovuldukları günleri hatırlıyorum... Eski Türkiye’de, Kürtçe konuşmanın ve Kürtçe şarkı dinlemenin yasaklandığı, Kürdün varlığının dahi inkar edildiği, “Ben Kürdüm” demenin adeta günah ve büyük suç sayıldığı günleri hatırlıyorum... Dersim’deki, Zilan’daki katliamları okumuş biri olarak ben, Munzur çayının günlerce kırmızı aktığını biliyorum... 27 Mayıs 1960’taki, 12 Eylül 1980’deki askeri darbeleri, 28 Şubat’ı yaşayan biri olarak, son 30 yılda 4 bin köyün yakılıp yıkıldığını, onbinlerce Türk ve Kürt gencinin kanlarının akıtıldığını asla unutamıyorum... OHAL dönemlerini, faili meçhulleri, gayet iyi hatırlıyorum... Kürdistan sözcüğünü telaffuz etmenin, Kürtleri muhatap almanın, barıştan bahsetmenin vatana ihanet sayıldığı günleri de hatırlıyorum... Doğrusu, özel hesabı olmayan herkesin de tüm bu sıraladıklarımı pekala hatırladığına inanıyorum... Kürt sorununun çözümünde ve demokratik açılım sürecinde, geçen 12 yıllık süre zarfında alınan mesafeyi adeta yok saymak akıl ve izanla bağdaştırılamaz. ...Söz konusu sürecin hangi lider ve hangi iktidar tarafından başlatıldığını, sonuca ulaştırma amacıyla kararlı biçimde sürdürüldüğünü inkar etmek asla mazur karşılanamaz.

Unutulmamalıdır ki, halihazırda hüküm süren barış sürecinin devamı ve de başarılı biçimde tamamlanması, hem Kürtler hem Türkler için hayati bir önem arz ediyor... Bu sürecin Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasi geleceği ile doğrudan ilintili hale geldiği gerçeğini de samimiyetle itiraf etmemiz gerekiyor... Nitekim Sayın Erdoğan’ın 10 Ağustos seçimlerini güçlü bir şekilde kazanması, söz konusu barış ve kardeşlik projesinin tamamlanmasını mümkün kılacak; bunun aksi ise süreci sekteye uğratacaktır... Bu nedenledir ki 10 Ağustos seçimlerini, bir Kürt sayımı biçiminde görme yanlışlığına düşmemek büyük önem taşıyor. Tam tersine asıl hedef, açılım ve çözüm sürecini başarı ile taçlandırabilecek bir siyasi irade ve liderliği, azami düzeyde desteklemek olmalıdır... Bu noktada, Kürtler ve Türkler olarak ortak bir geleceği hep birlikte inşa etme kararlılığımızda gerçekten samimi isek Sayın Erdoğan’ı desteklemekten başka çaremiz bulunmuyor... Kürt siyasi mücadelesinde başkalarının da çabaları ve fedakarlıkları olmakla birlikte, Sayın Erdoğan’ın çözüm sürecindeki iyi niyetini, cesaretini ve fedakarlığını asla görmezlikten gelemeyiz... Demokratikleşme adına da, hak ve özgürlükler adına da, Kürt sorununun çözümü adına da, 10 Ağustos’ta eski Türkiye’ye ve statükoculara kesinlikle geçit vermemeliyiz... Bu ülkeyi 90 yıl sonra el ele vererek yeniden inşa etmek istiyorsak, ertelenebilir küçük hesaplar peşine düşmemeye özen göstermeli ve de stratejik düşünmeliyiz... Siyasal sistemimize yeni ve çağdaş bir rota belirleme fırsatı doğurabilecek olan 10 Ağustos seçimlerinde tarafsız ve tavırsız kalmamalıyız... Bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın yanında saf tutacağımı tüm kamuoyuyla paylaşmak istiyorum.”