Anayasa Mahkemesi, KHK ile rektörlerin atanma prosedürünü iptal etti. Mahkeme, KHK de yer alan Cumhurbaþkanýnýn rektörleri atamasýna iliþkin düzenlenmeyi anayasaya aykýrý buldu. 15 Temmuz darbe giriþimine kadar, rektörler önce üniversiteler tarafýndan yapýlan seçimlerden en çok oy alan altý kiþiyi YÖK'e gönderilirdi. Sonra YÖK, bunlar içinden üç tanesini seçer ve en sonunda da Cumhurbaþkaný takdirini kullanarak atamasýný yapardý.
15 Temmuz darbe giriþimi sonrasý KHK ile beraber bu yöntem deðiþti. Bunun yerine doðrudan rektör olmak isteyenler YÖK'e baþvuruyor ve YÖK de bunlardan üç kiþiyi seçerek Cumhurbaþkanýna gönderir. Cumhurbaþkaný da takdirini kullanarak birisini rektör olarak atýyor.
YÖK kurulduktan hemen sonra seçim ve atama uzlaþmasýna dayalý bir sistem iþliyordu. Fakat yine anayasal olarak rektörü atama takdiri Cumhurbaþkanýna aitti. Aslýnda halen de bu anayasal yetki devam ediyor. Bunun kaldýrýlmasý anayasal olarak da mümkün deðil.
15 Temmuz öncesi atamalarda seçim, üniversitelerde ciddi sorunlara da yol açýyordu. Rektör adayý kendi kadrolarýna iltimas geçiriyor, hatta kendisine oy vermeyenlere kan kusturabiliyordu. Seçim etrafýnda akademik ortamda anlamsýz çatýþmalar ve rekabetler sürüyordu. Hatta þunu da hatýrlatmakta fayda var. 28 Þubat döneminde bu sistem iþlerken Cumhurbaþkaný Ahmet Necdet Sezer, bir oy alan kiþiyi üniversiteye rektör atamýþtý.
Fakat akademik idarenin belli bir istiþare, görüþ alýþveriþi ve paylaþýmýna dayanmasý da zorunludur. Rektör, çok büyük yetkilere sahip bir þahsiyet bugün. Bu yetkileri beraber uyguladýðý akademisyenlerle istiþare etmeden ve onlara danýþmadan hareket etmesi baþka önemli sorunlara yol açmaktadýr. Mevcut sistemde rektör gönüllü olarak bunu yapabilir. Ancak bu konuda kendisini hiçbir zaman sorumlu hissetmez. Bundan dolayý da akademisyenlere karþý epeyce mesafeli bir otoriteyi temsil eder.
Atama ve seçim yöntemlerini uzlaþarak daha rasyonel, verimli ve üniversiteleri saðlýklý çalýþtýracak yeni bir YÖK siyaseti gerekli. Aslýnda bu hükümet bunun için epeyce de gayret sarf etti. Özerk üniversite kliþesini yoðun olarak kullanan çevrelerin 28 Þubat'ta nasýl da darbeci idare ile uyumcu hale geldiklerini de iyi hatýrlýyoruz. Üniversitedeki akademik hayatý Batý Çalýþma Grubu ile iþbirliði içinde paralel bir þekilde yönettiler. Evet, bu hükümet iktidara geldiði günden beri YÖK sistemini iyileþtirmek için çok büyük çabalar içine girdi. Araþtýrmalar, raporlar, toplantýlar ve tartýþmalar yapýldý. Büyük bir mesai harcadý.
Üniversiteler çok ciddi imkânlara da kavuþtular. Özgür tartýþma ortamlarý, uluslararasý çalýþmalar ve projeler de arttý. Her akademisyen yurt dýþýnda araþtýrma yapma imkânýna bile kavuþtu. Altyapýlarýyla çok güzel kampüsler de yapýldý. Kadrolar arttý. Üstelik herkesin üniversitede okuma imkânlarý da oluþtu. Bu konuda halkýmýzýn büyük bir talebi vardý.
Türkiye, darbe teþebbüsü, bölgesel geliþmeler, ekonomik sorunlar ve güvenlikçi politikalar gibi yeni süreçlerle beraber Üniversitelerde de büyük maddi destekler ve güçlü altyapýlara raðmen bilim üretimi açýsýndan bir duraklamaya uðradý. Nitelikli akademisyenlerin bir kýsmý yurt dýþýna göç etti. Oysa daha önce nitelikli olan Türk akademisyenler dýþardan Türkiye'ye geliyordu.
Hakikaten hükümet üniversitelere çok büyük altyapý, laboratuvar, kütüphane, öðrenci yurtlarý, kampüsler ve kadrolar ile önemli imkânlar sunmaktadýr. Bütün bunlarla beraber üniversite yönetimi, tek kiþi etrafýnda dönecek hale gelmekten çýkarýlmalýdýr. Temsil kabiliyeti olan, katýlým ve istiþareyi önemseyen, bilim ve düþünce vizyonu olan kiþilerin yönetici olmasý desteklenmelidir. Akademisyenlerle rektörlük atama inisiyatifi yine seçim benzeri yollarla kýsmi olarak paylaþýlmalýdýr. Cumhurbaþkaný atama takdirine yine seçim süreçlerini ekleyebilir. Bu da normalleþmenin önemli bir adýmý olur.