Anayasa mutabakatla yapılmaz

Mutabakat kavramı son senelerin sihirli kelimesi, kavramı.

Mutabakat deyince akan sular duruyor.

Anayasa yazım ve yapım sürecinde mutabakat deyince de akan sular iyice duruyor.

Ancak, bendeniz, bu mutabakat kavramından, özellikle de anayasa gibi temel bir belge yapılırken, bir şey pek anlamıyorum, anladığımdan da hoşlanmıyorum.

Mutabakat bazı konularda gerekli midir, evet gereklidir, ama bu konular, mutabakat arayışlarının egemen olabileceği süreçler evrensel standartların olmadığı alanlardır.

Evrensel standartların geçerli olduğu alanlarda mutabakat arayışı nitelik kaybı anlamına gelir.

Anayasa yapım ve yazım sürecinde mutabakat kavramının bu denli yüceltilmesinin altında muhtemelen anayasa kavramına izafe edilen anlam konusunda bir sorun yatmaktadır.

Anayasalar en genelinde iki kısımdan oluşurlar.

Birinci bölüm, yurttaş ve devlet ilişkilerini düzenleyen, temel hak ve özgürlükleri güvenceye alan ve bunları da evrensel standartlarda yapan maddelerden oluşan bölümdür.

İkinci bölüm ise devletin temel yapısını yine evrensel standartları temel alarak düzenleyen bölümdür.

Her iki bölüme ilişkin olarak da mutabakat kavramını kafama oturtamıyorum.

Yurttaş-devlet ilişkilerini, temel hak ve özgürlükleri düzenleyen maddelerde neyin mutabakatını arayacağız ve sağlayacağız?

Türkiye Avrupa Konseyi üyesi, NATO üyesi, AB ile tam üyelik müzakerelerini yürüten bir ülkedir.

Bu ülkede temel hak ve özgürlüklerin standartları bellidir, bu konularda en küçük bir mutabakat arayışı bile ülkeyi ikinci sınıf bir hukuk devletine mahkum eder.

Keza, yurttaş-devlet ilişkileri de aynı çerçevede belirlenmiş durumdadır.

Bu alanda, kimilerinin kulağına hoş gelmese de, bendenizin tercih edeceği kavram ve yöntem mutabakat yerine adaptasyon bile değil, adopsiyon olacaktır.

Elimizde de adopsiyon yöntemine uygun Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) vardır, Birleşmiş Milletler İkiz Sözleşmeleri vardır, Avrupa Konseyi’nin yönetmelikleri vardır, vs.  

 

Türkiye’yi bekleyebilecek en büyük tehlike temel hak ve özgürlükler konusunda, yurttaş-devlet ilişkilerinde bize özgü, yani bir iç mutabakat sonucu oluşacak belgelerdir.  

 

Gelelim devletin esas teşkilat 

yapısına.

Burada alan ilk bakışta siyah-beyaz ayırımına pek uygun görünmemekle beraber bendenizin naçiz kanaati yine aynıdır, burada da standartlar bellidir, ulusal tarihin, coğrafyanın, sosyolojinin hukuku belirlemesine izin vermemeliyiz.

 

Bir ülkenin, bir coğrafyanın tarihi, sosyolojisi o ülkeyi, o coğrafyayı daha iyi anlamaya yarar ama bu anlama sürecini hukuk yapma sürecine dönüştürür iseniz ortaya korkunç sonuçlar çıkabilir.

Güneydoğu bölgemizin sosyolojisine, geleneklerine, tarihine göre hukuk yapmaya kalkarsak töre cinayetlerine indirim utancından kurtulmak mümkün olamaz.

Türkiye’nin, Osmanlı’nın Selçuklu’nun devlet geleneğinde askerin rolü ve yeri mevcut anayasamızın 117. ve 118. maddelerini meşru ve kabul edilebilir kılamaz.

NATO üyesi bir hukuk devletinde ordu milletin değil devletin bir parçasıdır, her kamu birimi için elzem olduğu gibi bir ilgili bakana bağlanması bir hukuk, bir çağdaş devlet teşkilatlanması zorunluluğudur, bu hukuki zorunluluktan tarihi, gelenekleri bahane ederek uzaklaşmak Türkiye’nin birinci sınıf bir devlet olmaktan uzaklaşması demektir.

Anayasa sürecinde mutabakat arayışı ancak ve ancak ortaya çıkabilecek metnin evrensel standartlardan lokal standartlara yaklaşmasına neden olabilir.

Mutabakat derken aslında bunu mu istiyoruz?