M. Yalçın YILMAZ
M. Yalçın YILMAZ
yalcin.yilmaz@star.com.tr
Tüm Yazıları

Anayasa tartışmasına katkı

Bugün tartışılan anayasa yazım sürecine toplumun hemen her kesimi katkı verecek elbette ancak geçen yüzyılın tarihsel tecrübesini ihmal edemeyiz.

Türkiye'de "Terörsüz Türkiye" hedefi etrafında yürüyen yeni anayasa tartışmaları, ister istemez yurttaşlık tanımını ve 66. maddeyi yeniden gündeme taşıyor. İlk dört maddenin dokunulmazlığı konusunda geniş bir siyasal mutabakat varken, asıl gerilim "Türklük" tanımının nasıl anlaşılması gerektiği sorusunda yoğunlaşıyor. Bu tartışma çoğu zaman kimlikler üzerinden gündeme getiriliyor; oysa Türkiye solunun tarihsel birikimi, meseleyi daha derin ve kapsayıcı bir zemine taşıyabilecek imkânlar barındırıyor.

Cumhuriyet dönemi sol aydınlarının düşünce dünyasında derin farklılıklar bulunmakta. Hemen hepsini Sol-Kemalist adı verilen bir kategoriye dahil etmek kolaycılık olur.

Zekeriya Sertel'in 'Hatırladıklarım' adlı eseri, tıpkı Aydemir'in 'Suyu Arayan Adamı' gibi, Balkan Savaşı'nın yarattığı travmayla başlar.

Vali Hasan Tahsin Paşa ertesi gün İstanbul'dan trenle asker geleceğini söyler. Genç gazeteci Zekeriya Sertel o gün koşarak istasyona gider. Tren istasyona yanaşırken heyecanlıdır. Lakin büyük bir şaşkınlık yaşar. Trenden binlerce Yunan askeri iner. Hukuk mektebinden tanıdığı bir Yunan askeri kendisine omuz vurur ve: Sana dedim Zekeriya burayı alacağız!

Sertel için Balkan Harbi, yalnızca imparatorluğun çözülüşü değil devletin yurttaşla kurduğu ilişkinin kökten sarsılmasıdır adeta. Selanik'in kaybı, onun hafızasında bir toprak meselesinden çok, güven kaybı olarak yer eder.

Bu nedenle Sertel'in metni, daha ilk sayfalardan itibaren bir "hatıra kitabı" olmaktan çıkarak hesaplaşan bir siyasal hafıza metnine dönüşür. Balkan Savaşı, I. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı, Sertel'in dünyasında kesintisiz bir çizgi hâlinde ilerler ve şu temel soruyu sürekli diri tutar: Devlet, yurttaşı için mi vardır; yoksa yurttaş, devlet için mi?

Şevket Süreyya, 'Suyu Arayan Adam' kitabının girişinde Edirne'de geçen çocukluğunu anlatır ve Balkan Savaşı ile ilgili bireysel ve toplumsal travmayı açıkça resmeder. "Balkan savaşının getirdiği çöküntü tamdı. ...Baskınlar, yağmalar ve toptan öldürmeler içinde amansız bir tasfiye başladı. Ve bu tasfiye kesin oldu." Bu satırlar, Balkan yenilgisi sonrası Osmanlı/Dünya düzeninin çöküşünün Aydemir'in zihninde nasıl bir toplumsal tarihsel kırılma yarattığını gösterir.

Her iki isim de Osmanlı'dan Cumhuriyet'e geçişin tanıklarıdır. Osmanlı Devleti'ne genç Cumhuriyet'e dair itiraz-intibak dozları farklıdır.

Savaş sonrası kurulan genç Cumhuriyet'e yaklaşımlarında kavramlar boyutunda ayrışmalar dikkatimizi çeker. Şevket Süreyya, savaşlar kuşağının ürünü olarak devlet fikrini öne çıkarır ve devletin kurucu rolünü önceler. Sertel, aynı tarihsel koşulları demokratik bir risk alanı olarak okur. Devletin güçlenmesini kaçınılmaz görür; ancak bunun kalıcı bir yönetim tarzına dönüşmesine mesafeli durur. Her ikisi de Şeflik yönetimini ve otoriterleşmeyi görür ancak Sertel'in bakışı keskindir.

Bu fark, ileride millet ve yurttaşlık anlayışlarına da yansıyacaktır.

Kurtuluş Savaşı, Sertel için güçlü bir meşruiyet momentidir. Ulusal bağımsızlık fikrine mesafeli değildir; aksine, emperyalizme karşı verilen mücadelenin tarihsel önemini teslim eder. Ancak Cumhuriyet'in kuruluşuyla birlikte, Sertel'in zihninde başka bir soru belirir:

Bağımsızlık kazanılmıştır, peki özgürlük ve eşitlik ne olacaktır?

Hatırladıklarım'da sık sık görülen tema şudur: Cumhuriyet bir sonuç değil, başlangıçtır. Sertel'in vurgusu tam bu noktada anlam kazanır: "Türkiye kurulmuş olabilir; ama Türkiye hâlâ özgürlük ve demokrasi savaşı içindedir." Bu ifade, Sertel'in millet ve yurttaşlık anlayışının anahtarıdır. Ona göre millet, yalnızca ortak geçmişe dayanan bir birlik değil; eşit haklara dayanan canlı bir siyasal ilişkidir. Bu ilişki zayıfladığında, millet fikri içerikten yoksun bir slogana dönüşür.

Aslında Attila İlhan'ın '40 Karanlığı' dediği tam da bu dönemdir.

Gençlik yıllarında Ziya Gökalp'ten etkilenen Zekeriya Sertel'in düşünce serüveninde hayat hikayesi etkili olsa gerek. Mütareke günlerinde birçok vatansever gibi Bekirağa Bölüğü'nde tutuklu kalan Zekeriya Sertel'in 1919-1923 arası Amerika'ya tahsile gitmesi ve oradaki okumaları ileriki yıllarda hem Gökalp'ten hem de Aydemir'den ayrışmasının sebebi olsa gerek.

Sertel bir adım daha ileri gider. Millet, onun için kültürel bir birlikten ziyade hukuki ve siyasal bir bağdır. Yurttaş, devlet karşısında eşit değilse; ifade özgürlüğü, örgütlenme ve siyasal katılım kanalları daraltılmışsa, millet fikri işlevsizleşir.

Şevket Süreyya, devleti önceleyerek milleti inşa etmeyi öncelerken Sertel, yurttaşı güçlendirerek milleti canlı tutmayı önemser. Sertel, ne klasik anlamda devlet karşıtı bir solcudur ne de devletçi bir milliyetçidir. Onun çizgisi, yurttaşı merkeze alan bir Cumhuriyetçilik olarak okunabilir. Bu nedenle iktidarlarla sürekli gerilim yaşar; basın özgürlüğü, düşünce hürriyeti ve siyasal katılım konularında geri adım atmaz. Şevket Süreyya'nın, milli sol pragmatizmiyle karşılaştırıldığında, sol içindeki tarihsel ayrımı da görünür kılar:

Aydemir ve Sertel birlikte okunduğunda, Türkiye solunun millet meselesine dair sunduğu çerçeve daha net görünür. Aydemir, milleti tarihsel, kültürel ve iktisadi bir inşa olarak ele alır; Sertel ise bu inşanın demokratik güvenle ayakta kalabileceğini hatırlatır. Biri devleti kurucu bir aktör olarak öne çıkarır, diğeri yurttaşı güçlendirmeden kurulan devletin kalıcı bir birlik üretemeyeceğini söyler.

Bu gerilim, bir çelişkiden çok, tamamlayıcı bir hat olarak okunabilir.

Bugün "Terörsüz Türkiye" hedefiyle yürüyen anayasa tartışmaları, bu tarihsel mirastan kopuk ele alındığında iki riski barındırır: Ya yurttaşlık tanımı donuk bir savunma refleksine indirgenir ya da kimlikler arasında kırılgan bir pazarlık alanına dönüşür. Oysa Aydemir ve Sertel'in işaret ettiği zemin, başka bir imkâna işaret eder.

Tartışmaya açılmak istenen 66. madde, bu perspektiften bakıldığında, ne yalnızca bir kimlik tanımı ne de sembolik bir cümle olarak görülebilir. Bu madde, toplumsal bütünleşmenin nasıl kurulduğuna dair tarihsel bir çabanın ürünü olarak okunabilir. (Ayrıca maddenin tarihsel değişimini karşılaştırarak incelediğinizde dinamik bir sürecin hukuki metne yansıdığını da görürsünüz.) Ancak aynı zamanda, bu bütünleşmenin kalıcılığı, yurttaşın devlete duyduğu güvenle doğrudan ilişkilidir.

Terörün sona erdirilmesi, yalnızca güvenlik politikalarıyla değil; yurttaşlık bağının güçlendirilmesiyle mümkündür. Bu bağ, Şevket Süreyya'nın vurguladığı gibi kültürel ve tarihsel bir ortaklık zemini ister; aynı zamanda Sertel'in hatırlattığı gibi demokratik eşitlik ve özgürlük olmadan sürdürülemez.

Belki de 66. madde tartışmasını tam da bu nedenle, "ne değişmeli" sorusundan önce, "hangi toplumsal bağı güçlendirmek istiyoruz" sorusuyla birlikte düşünmek gerekir.