Cumhurbaþkaný Erdoðan’ýn iþaret fiþeðiyle bir Yeni Anayasa tartýþmasý baþlatýlmýþ bulunuyor. Evvelki gün, "Türkiye'de sorunlarýn kaynaðýnýn 1960'dan beri darbeciler tarafýndan yapýlan Anayasalar olduðu ortadadýr. Anayasa çalýþmasý milletin gözü önünde ve tüm temsilcilerinin katýlýmý ile olmalýdýr ve milletin takdirine sunulmasý gereklidir. (…) Belki de ülkemizde yeni bir Anayasa tartýþmasý baþlamalýdýr’ diyen Tayyib Bey’e, MHP Gn. Baþkaný Devlet bey de destek verdi, dün.. Ancaak, ‘kurucu deðerler’ çerçevesinde yeni bir ‘anayasa yapýlmasý gerekliliði’ni de belirterek.. CHP ise, ‘Getirsinler de görelim..’ þeklinde bir açýklama yaptý. ÝP ise, ‘kuvvetler ayrýlýðý’prensibine nasýl yaklaþýldýðýný görelim’ dedi.
Bir yeni Anayasa hazýrlanmasý konusuna heyecanla ilgi duymasý gereken HDP ise, henüz yetkili bir aðýzdan herhangi bir açýklamada bulunmadý.
Bahçeli ise, ‘Toplumun her kesimini kucaklayan, meþru her düþünceyi sahiplenen, kurucu deðerlere yaslanan, kuruluþ felsefesini benimseyen (…) bir anayasa ertelenemez ihtiyaçtýr’ diyor.
Ancak, nedir bu ‘kurucu deðerler’?
‘Kurucu’ denildiðine göre, bir bina kurulurken, onun temelleri, aslî sütunlarý anlaþýlýr, mantýken..
Ama, 100 yýla yaklaþan bir acýlý uygulamada, bu ‘kurucu deðerler’i herkesin kendisine göre belirlediði görüldü. Halbuki, açýktýr ki, ‘kurucu deðerler’in ne olduðunu anlamak için, o kuruluþ’ günlerinin atmosferini hatýrlamak gerekir.
‘Kurucu deðerler’ denilince, 29 Ekim 1923’de ilân edilen yeni rejimin aslî deðerlerine iþaret ediliyorsa, o zamanki ismiyle ‘Teþkilât-ý Esâsiye Kanunu’nun, yani bugünkü deyimle ‘Anayasa’nýn ilk maddesinde, ‘Devletin dini, Din-i Ýslâm’dýr’ hükmü temel idi. Ve, bu hüküm, 1928 yýlýna kadar, 5 yýl boyunca da devam etti.
Bugün ‘kemalist-laik’lerce Cumhuriyet’in temeli gibi gösterilen ‘laiklik’ ise, 1925’lerdeki fransýzca- türkçe lügatlarda, hiç eðip bükmeden, ‘Laїcism= Dinsizlik’ olarak açýklanýyordu. Ve o anlayýþ, sisteme 1937’de eklendi.
Sanýrým, Devlet Bey de, ‘kuruluþ deðerleri’ derken, 1923’deki deðerleri esas alýyordur.
Bu vesileyle Devlet Bey’in ve lideri olduðu camianýn dikkatini çekecek ve Alpaslan Türkeþ’le ilgili bir hâtýrayý burada aktarmanýn yeri olsa gerek:
1974 yýlýnda ‘Bâb-ý Âli’de SABAH’ gazetesinde yazýyorum. Gazeteden telefon ettiler, ‘Türkeþ gazetemizi ziyaret edecek, gelebilir misin?’ dediler. Hemen gittim. Türkeþ ve arkadaþlarý geldiler.
Biraz sohbetten sonra.. Konu laikliðe geldi.
‘Albayým, laiklik konusundaki görüþlerinizi bir daha tekrarlar mýsýnýz?’ deyince.. Ve, yaptýðý izahtan tatmin olmadýðýmý gösteren mukabil görüþler dile getirince.. Türkeþ, ‘Genç kardeþim, þimdi baþka yere de yetiþmemiz gerekiyor. Akþam Ataköy’de ‘…. Restoran’da yemeðimiz olacak, siz de oraya geliniz, bunu orada konuþalým..’ dedi.
Akþam gittik, 30-40 kiþi vardý yemekte.. Merhûm Ahmed Kabaklý ve 20-25 kadar diðer bazý yazarlarla 8-10 kadarý profesör ve sair akademisyenler..
Edebiyat Fakültesi’nden bir prof., yemekte ayran içerken, ‘Baþbuðum, kendimi Ötügen’de kýmýz içen Börtüçine gibi hissediyorum..’ vs. dedi..
Ben masada Türkeþ’in tam karþýsýndaki yere oturmuþum. Bir hayli sohbetler oldu ve söz laikliðe gelince..
Türkeþ, ‘Sabahleyin bu genç kardeþim de sormuþtu.
Laiklik.. Yani.. Ýneði emmesi gereken buzaðýnýn zorla domuzu emmesi için zorlamaktýr..’ deyince, orada bulunan bazý laik akademisyenler bir tuhaf oldular..
Müslüman’ýn asýl kanunu Kur’an-ý Kerîm’dir. Nasýl ki, herhangi bir konudaki genel çerçeve Kur’an’ýn hükümlerine göre oluþturuluyorsa; cemiyyet halinde yaþamaya mecbur olan ‘insan’ýn uymasý gereken asýl kurallar da Kur’an’dan alýnýr.
Bizim tarihimizde, Hz. Peygamber (S), bir içtimaî hayatýn Kur’an hükümlerine göre nasýl yaþanaðýný gösteriyordu.
Hz. Peygamber’in rýhletinden sonra ise, sýrasýyla Ebubekr, Ömer, Osman ve Ali hz.lerinin, yani ilk 4 Halife’nin 30 yýl kadar süren hükûmet dönemini esas alan Müslümanlar Hulefâ’y-ý Râþidîn’in uygulamasýný; sadece Hz. Ali’nin Hýlâfetini- Ýmâmetini ölçü alanlar ise, -O’nun kendisinden önceki 3 Halife’nin uygulamalarýna bir itirazý söz konusu olmadýðý halde-, sadece O’nun yönetim uygulamasýný esas alýrlar. Bu ayrý bir konu..
O ilk örneklerde içtimaî /sosyal hayatýn nasýl tanzim edileceðine dair bilgiler günümüze, genel hatlarýyla intikal etmiþtir. Ama, 30 yýl kadar süren Hulefâ’y-ý Râþidîn’den sonra, maalesef, sultaya, zora, güce dayalý saltanat sistemleri gelmiþ ve Müslümanlar ferdî hayatlarýnda genel olarak inanç ölçülerine göre bir yaþayýþ çizgisi takib etmeye çalýþsalar da, sosyal hayatýn tanziminde, maalesef, yöneticilere, iktidara geliþ tarzlarýnýn meþru olup olmadýðý ve -elbette, saltanat sistemine göre iktidara gelen ve amma, istisnaî olarak, Ýslamî hedefleri gözetmiþ yönetici örnekleri de vardý ama- sultanlarýn sosyal bünyeyi yönetme hakkýný nereden aldýklarýný soramadýlar.
Gerçekte ise, asýl sorulmasý gereken soru bu idi. Ve, maddî güç ve silahla, ‘zer ve zor’ (altýn ve zor) gücüyle nasýl yönettiklerini sormak, sadece hakkýmýz deðil, vazifemiz idi de..
Bu konuda daha çok tartýþmak gerekecek..
Evet, bir anayasa deðiþikliði’ne deðil, aslî ölçülerini Müslüman halkýmýzýn inançlarýndan alan ve halkýmýzýn ‘Ýþte bu..’ diyebileceði bir Yeni Anayasa için var gücümüzü ortaya koymaya var mýyýz?